17 Mart 2008 Pazartesi

| 2008 - 2009 YAZILARI

| “Ya farklılaş ya da yok olmayı kabullen!”
2001 yılında Masste’de ünlü pazarlama ve perakendecilik yönetimi uzmanı Tahsin Pamir’le yapılmış bir söyleşi yayımlanmıştı. Hâlâ tazeliğini koruyan görüşlerin yer aldığı bu söyleşiyi yeniden burada yayımlamanın yararlı olacağını düşünüyorum.
[4 NİSAN 2009]

| “Anlatmadan anlatmaya fark eder!”
Bir akıl hastalıkları hastanesinde başhekim hastalarını ziyarete çıkar. Bir köşede delilerin kendi aralarında bir sayı söyledikten sonra hep birlikte kahkahalarla güldüklerini görür. Dayanamaz ve sorar: “Neden söylediğiniz her sayıdan sonra gülüyorsunuz?”
[2 NİSAN 2009]

| Sadaka taşları ve FMK hareketi...
Sadaka taşı nedir, bilir misiniz? Ben de gazeteci ve yerel tarih araştırmacısı dostum Yaşar Karaduman’dan öğrenmiştim. Onun ifadesiye “Sadaka taşı Türk milletinin bir sevgi, asalet ve fazilet taşıdır.
[24 MART 2009]

| Bağlam etkisine ihtiyaç duymayan marka ismi
Marka yaratma ve yaşatma süreçlerinin bir şekilde içinde bulunan herkes, yeni bir marka için isim belirlemenin genel geçer kurallarıyla ilgili birkaç kaynaktan bilgi edinmiş, “İyi bir marka ismi nasıl olmalıdır?” sorusunun literatürdeki cevaplarına herhalde göz atmıştır.
[22 MART 2009]

| Bunlar kimin çocukları?
Haberin, sıradan haberler arasına sıkıştırılarak verilmesi bile zihnimizin neleri normalleştirdiğini gösteriyor. Oysa bu vahşetin sayfalara sığmaması, sayfaları parçalaması gerekmez miydi?
[22 MART 2009]

| “Abboooov!”
D-Smart’ın şimdiye kadar sağlıklı bir konumlandırma yapıp yapamadığı ve bununla bağlantılı olarak sağlıklı bir iletişim stratejisi geliştirip geliştiremediği ayrı bir konu... Ben sadece son “gampanya”sı üzerinden, zaman zaman burada değindiğimiz “bağlam” konusuna getireceğim lafı...
[22 MART 2009]

| Ustalar olmadan çıraklar, çıraklar olmadan ustalar yetişmez!
Hayatı her alanında profesyonelce yaşamak gerekiyor. Eğer yaşama sanatı diye bir şeyin varlığına inanıyorsak, bu genellemeye içinde olduğumuz en sıradan ânı bile dahil etmek zorundayız.
[16 MART 2009]

| Bıyıklar, AB Müktesebatı Uyum Programı ve Kopenhag Kriterleri’ne kurban gidince...
Kadınlar bunalıma girince ya alışverişe çıkarlar ya da kuaföre koşarlarmış! Sanırım aynı durum erkeklerde bıyıkları kesmek şeklinde tezahür ediyor.
[12 MART 2009]

| “Dinleyen söyleyenden ârif gerek!”
Eskilerden güzel bir vecize... Arif, çok fazla düşünmeye ihtiyaç duymaksızın, hiç zorlanmadan bilen ve anlayan anlamına geliyor. Bir de Mevlana’nın, “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır!” diye bir sözü vardır.
[9 MART 2009]

| Laura Ries ve markaların geleceği...
Biliyoruz ki, ağaçların budanması da verimliliklerini artırır. Oysa biz, markalarımızı budamaktan hiç hazzetmeyiz. Yeter ki markamız, dalı budağı birbirine karışmış şekilde bütün haşmetiyle gözümüzün önünde dursun; otuz yerine üç meyve verse de yeter! Nasıl budayacağız diye sormayın, çünkü bir bahçıvana ihtiyacınız olabilir.
[6 MART 2009]

| Nerede manşet üstü mavi bir balta görürseniz, bilin ki o sıradan bir Türk gazetesidir... Habertürk de!
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bir gazetenin arkasındaki zihniyet farklılığı, o gazetenin yeni ve farklı bir grafik dil oluşturmasını zorunlu kılar. Daha doğrusu, zihniyet, görsel dili kendisine uydurur. Öyleyse bunun ardından şunu da söyleyebiliriz: Türkiye’deki gazetelerin kahir ekseriyeti, siyasi zihniyeti ne olursa olsun, benzer zihniyetin ürünleridirler.
[4 MART 2009]

| Eleştirinin sefaleti, sefaletin eleştirisi!..
Önce şu tespiti yapalım: Reklamcı, mesajın sahibi değildir, mesajı hedef kitlenin açabileceği ve açtıktan sonra da algı ve davranışında değişim yaşayacağı şekilde kodlayan bir profesyoneldir sadece... Yani reklamcı, bir iletişim kodlaması yaparken en “nötr” ve en “dinsiz” tavrını takınır. Çünkü esas olan hedef kitlenin kültür kodlarıdır ve iletişim ancak bu kodlar üzerinden gerçekleştirilebilir.
[2 MART 2009]

| Kavram, marka ve kitlesel uzlaşım
Marka ismi yaratmak da, insanların kavramlara ses imgesi yaratmasına benzer. Ancak, marka ismi yaratımında, henüz ortada ortak bir kavram da yoktur. Dillerin oluşumu aşamasında, zaten var olan zihinsel tasavvurlara, yani kavramlara ses imgeleri yaratılmış, yazı icat edildikten sonra da üzerinde uzlaşılan ses imgesi yazıyla ifade edilmiştir.
[2 MART 2009]

| “Ölümün tasarımı” ya da “tasarımın ölümü”nden birini tercih etmek!
Çeşitli sanat dallarında, müzikte, mimaride, grafik tasarımda, edebiyatta ve gündelik yaşamda, modern olanla yüzleşme deneyimlerimizin ortaya çıkardığı sonuçların, üzerinde konuşulacak çok fazla olumsuzluklarına rağmen en azından bir çabanın izlerini taşıdığını görmek mümkünken, mezarların, aynı zamanda banyo, tuvalet, merdiven imalatıyla iştigal eden mermer ustalarının eline, vicdanına ve istidadına terkedildiğine acıyla tanıklık ediyoruz. “Tasarımın ölümü” yerine “ölümün tasarımı”nı tercih etmek zorundayız artık.
[28 ŞUBAT 2009]

| Tasarım el birliğiyle yüceltilebilir
İster film yönetmeni, ister mimar, ister fotoğrafçı, ister grafik tasarımcı olalım, birbirimizi “yok saymak ve görmezden gelmek” öncelikle kendi eserimize karşı, kendi elimizle yaptığımız çok büyük bir haksızlıktır.
[25 ŞUBAT 2009]

| “Suyu yakuta döndüren muazzam zülal geliyor düşüncelere...”
Bilge mimar olarak anılan Cansever, aramızdan ayrıldı. Mekanı cennet, vefatı bizler için bir hatırlatma, bir ikaz olsun temennisiyle bir söyleşisinden birkaç paragrafı paylaşmak istiyorum.
[23 ŞUBAT 2009]

| Üçüncü Haberturk yumurtası sepete düşüyor! Hadi hayırlısı...
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir gazetenin rakibi artık diğer gazeteler değildir. Tüm gazeteleri tehdit eden devinim karşısında yaşam mücadelesini kazanabilecek enerjiye sahip olan bir gazete için diğer gazeteler tehdit unsuru olamaz diye düşünüyorum. İşte ben, lansman filminden, Haberturk’te bu enerjinin emarelerini hissedemedim. Bunu sağlayabilmek ise, öncelikle çok ciddi bir paradigma değişimi gerektiriyor. Bu paradigma değişiminin, şablonlarına hapsolmuş gazete sektörünün içinden çıkabileceğine de pek ihtimal vermiyorum.
[22 ŞUBAT 2009]

| Kuru fasulyenin tuzu!
Ulus, din, ırk farklılıkları da görsel algının çok başka başka olmasının nedenlerinden. Bu yüzden de biz anlamları tasarlarken ürünü tüketecek olan hedef kitlenin görsel beklenti ve düzeyiyle ilgili asgari bilgili olmak durumundayız.
[18 ŞUBAT 2009]

| İşte Musa’nın çocuğu... Ve Muhammed’in...
Birkaç yıl önce İsrail televizyonlarında yayımlanmış bir film... Yeni gördüm. Ağustos 2006’da Google Video’ya düşmüş. Ondan bir yıl sonra da You Tube’a... Şu anda sitesi çalışmayan Hamifkad Haleumi (The People’s Voice) adlı barış girişimcisi İsrailli bir organizasyona ait. Filmin, döneminde hak ettiği ilgiyi görmediği seziliyor.
[16 ŞUBAT 2009]

| Zeka beslenebilir bi’şeydir!
Bazı bilim adamları, zekayı, analitik zeka, ahlaki zeka ve estetik zeka olarak üç kategoride inceliyorlar. Doğru-yanlış, iyi-kötü ve güzel-çirkin meselelerini içeren bu üçlü ayrım, bana yeterli geliyor. Daha doğrusu, sözü edilen diğer zeka türlerini bu üç ana başlık altına dağıtmak mümkün gibi...
[16 ŞUBAT 2009]

| Push, pull ve taciz!
Ürünün üretici, toptancı ve satış noktası gibi kanallar aracılığıyla tüketiciye “ittirilmesi”ne ‘push’ stratejisi; pazarlama iletişimi marifetiyle tüketici talebi yaratılarak bu kanallar üzerinden soğurularak “çektirilmesi”ne ise ‘pull’ stratejisi denir.
[14 ŞUBAT 2009]

| One minute! Go beyond!
Land Rover’ın sloganı “Go beyond”ın, “sınırları aş”, “ötelere git” gibi anlamları yanında, zorlayarak olsa bile “ahirete uç” şeklinde de tercüme edilebileceğini söyleyip bir Cuma günü esprisiyle mevzuyu kapatayım.
[13 ŞUBAT 2009]

| Onları ne kadar tanıyorsunuz?
Unutmayalım ki, hedef kitle; yaşayan, değişen, olgunlaşan bir konumdadır. Markanın bu değişimlere, başkalaşımlara paralel olarak kendini yenilemesi, hedef kitleyle birlikte “yaşaması”gerekir. Bu açıdan hedef kitlenin tayini kadar takibi de önem arz etmektedir. Markalarda kalıcılığı sağlamak için “onları” en az kendimiz kadar iyi tanımak zorundayız.
[12 ŞUBAT 2009]

| “İnce düşünülmüş, şık bir küfür gibi...”
TBWA\Istanbul Kreatif Direktörü İlkay Gürpınar: “İsrail-Filistin olayları hakkında çok şey söylendi. Ama bence hiçbiri, bu kadar özlü, bu kadar etkili söylenmedi. Yazar olduğum için değil, reklamcı olduğum için değil, insan olduğum için etkilendim.”
[9 ŞUBAT 2009]

| The Brand Age bayilerde...
Türkiye’nin ilk ve tek marka yönetimi dergisi The Brand Age bayilerde... 1 Subat 2009 tarihinden itibaren aylık olarak Marka Fabrikası Yayınları tarafından yayımlanmaya başlanan The Brand Age, yerli ve yabancı yazarları, Türkiye ve dünyadan marka haberleri, akademik konuları, eğlenceli sayfaları ve pek çok sürprizi ile marka çalısması yapan tüm kurum ve kişilerin eksikliğini duyduğu bir yayın ihtiyacını karşılıyor.
[6 ŞUBAT 2009]

| Ji bo rastiye ziman; ji bo fehm kirine dil lazim e!
TRT 6, hem Kürtler’in moderniteyle kendi dilleri üzerinden yüzleşmesini sağlayacak hem de Kürtler ve Türkler arasında doğal bir yakınlaşma ve birbirini anlama çabasını artıracaktır. Yasak sürecinde türban gibi siyasal bir araca dönüşen Kürtçe bu stresten kurtulacak, mesela TV sayesinde ortak popüler kültüre dahil olacak Rojin’in Kürtçe şarkılarını dinleyen Türk fanlar ortaya çıkabilecektir.
[3 ŞUBAT 2009]

| Atalet momenti...
“Duran bir nesneyi hareket ettirmek için gereken enerji, hareket eden bir nesnenin hareketini devam ettirmek için gerekenden daha fazladır. Bundan çıkarılacak olan sonuç şudur: Zor ve önemli olan ilk harekettir.”
[2 ŞUBAT 2009]

| Bir reklam tekerlemesi...
Gerekeni gerekene, gerekmeyen mecra ile söylemek... Gerekeni, gerekmeyene, gerekmeyen mecra ile söylemek... Gerekmeyeni, gerekmeyene, gerekmeyen mecra ile söylemek... Gerekmeyeni, gerekene, gerekmeyen mecra ile söylemek... Gerekeni, gerekmeyene, gerekmeyen mecra ile söylemek... Gerekmeyeni, gerekene, gereken mecra ile söylemek... Gerekmeyeni, gerekmeyene, gereken mecra ile söylemek...
[1 ŞUBAT 2009]

| Akım derken...
Grafik tasarım, dil dışı bir kodlama yaratarak mesajı tek başına taşıyabileceği gibi dil kodlarıyla iletilmeye çalışılan mesajı tamamlayabilir, mesajın iletilmesine destek verebilir veya mesajın daha iyi algılanması için paspartu işlevi görebilir.
[29 OCAK 2009]

| Güven Borça’nın projelerden çıkan senaryoları...
“Diyeceğim o ki uzun vadeli projeksiyonları klimalı ofislerde istatistik programları sayesinde yapmak kolay ama uzatılan grafiklerin hiçbir temeli olmayabiliyor. Bu tahmincilerin, futuristlerin daha fazla sokağa çıkması, evlere girmesi ve insanlarla konusması, gözlemlemesi gerektiğini düsünüyorum. Gelecek tahmini yapan büyük finans kuruluşlarının, kamunun giderek daha fazla “pazarlamacı” istihdam etmesi veya “tüketici satın alma davranışları” üzerine daha fazla kafa yorması gerekebilir. Yani biz pazarlamacıların, ya da tüketim alışkanlıkları üzerine kafa yoranların işi sağlam gibime geliyor.”
[19 OCAK 2009]

| “Bir aklıevvel” bir taşla uğraşmış... Ve böyle başlamış bu serüven!
Binlerce yıllık bir serüvenden bize akan büyüleyici bir birikim var. Tüm bu birikimin en azından bir parçasına ulaşabildiğimizde sadece aynı dili kullanan insanlar olmanın ötesinde birbirine anlamlar katan insanlar da oluyoruz.
[16 OCAK 2009]

| İletişim sürecinin sağlığı için birkaç damla tentürdiyot!
En temel iletişim kodu olarak dil, yeterli incelik ve sivriliğe sahip midir? Bazen. Bu incelik çoğu zaman yeterli olmadığı için, sözcükleri de sentaksı içindeki bağlam ve çağrışımlarıyla yeniden inceltir ve sivriltiriz.
[11 OCAK 2009]

| Jay Chiat: “Kötü işin mazereti yoktur!”
“Tüm yeni fikirler, eski fikirlerin umulmadık kombinasyonlarından oluşur. O basmakalıp sözler, farklı bir yaklaşımla yepyeni bir fikir olarak yaratılır. Bir konsept oluştururken taptaze, hiç duyulmamış, tümüyle orjinal bir fikir buldum diyen birini bilmiyorum.”
[28 ARALIK 2008]

| Türkiye’nin değil, Türk turizminin tanıtımı...
Uzun yıllar, turizm tanıtımı çalışmaları “Türkiye’nin tanıtımı” başlığı altında görüldüğü için beklentiler ve eleştiriler de farklılaşıyordu. Bunların aslında “turizm tanıtımı” çalışmaları olduğu, Türkiye’nin tanıtımı olarak görülmemesi gerektiği yeni yeni seslendirilmeye (ya da duyulmaya) başlandı.
[26 ARALIK 2008]

| Grafik tasarımda tek duyudan ötesine yönelmek
Tamam, görmeyene bir şey yapamayız, çünkü grafik tasarımın giriş kapısı gözdür, bu nedenle de görme duyusuyla sınırlıdır. Ancak girdiler, gözlerde optik bir veri olarak kalmaya da asla mahkum değildir.
[23 ARALIK 2008]

| Aynı sepete üç yumurta: Haber sitesi mi, televizyon kanalı mı, gazete mi?
Yeni markalar da, aslında çocuklar gibi üstümüze doğan gerçekliklerdir. Yani onları da biz isimlendiririz. Marka isimleri, yeni kavramların ses ya da yazı kodlarıdır.
[18 ARALIK 2008]

| Kriz gülümsemekten hazzetmez!..
Business Pundit sitesi After The Crisis: A Parody of 15 Corporate Logos başlığı altında, krizin, önemli markaların logolarında nasıl bir değişime yol açacağının mizahını yapmış.
[17 ARALIK 2008]

| Ya kültürün yaratıcısı olmak ya da estetik yozlaşmanın parçası…
Estetik değerlere ilişkin yargıların öznel mi, yoksa nesnel mi olduğu, yani estetik değerlerin nesnenin bizzat kendisinde mi bulunduğu veya tam tersine estetik yargıda bulunan kişinin zihinsel algı sisteminin bir sonucu olarak mı ortaya çıktığı yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Belki daha da tartışılacaktır.
[2 ARALIK 2008]

| Kavramı kavratabilme yolunda logo tasarımı
Grafik tasarımcıyı, bir şeyin nesnel gerçeklikteki varlığı da, zihindeki varlığı da, sözdeki varlığı da, yazıdaki varlığı da aynı ölçüde ilgilendirmesine rağmen, onun zenaatkarlığı daha çok yazı üzerinde yoğunlaşır. Fakat “nesnel gerçeklik”, “kavram”, “söz” ve “yazı” arasındaki ilişkiyi göremeyenin yazı konusunda mükemmel olması da beklenemez.
[1 ARALIK 2008]

| “Müslümanlar için fazla laik, Aleviler için fazla Sünni, Kürtler için fazla Türk!”
Bugünlerde siyasete fazla açıldığımın farkındayım. Ben ne yapayım; herkes açım açım açılıyor, ortalık “açılımlar”dan geçilmiyor. CHP’nin “çarşaf” açılımından sonra MHP de “Alevi” açılımına destek mahiyetinde yelken açınca bana da aklıma gelenleri sizlere açmak düşüyor.
[27 KASIM 2008]

| Anadolu’yla İstanbul arasına sıkışan Ankara!
Dikkat çekmek istediğim husus, hem RP’nin hem de CHP’nin farklı kitlelere açılımının İstanbul’da, il başkanları eliyle gerçekleştirilmiş olmasıdır. Ne RP bu açılımı Ankara’dan, Konya’dan, Erzurum’dan veya Bitlis’ten başlatabilirdi, ne de CHP Ankara, İzmir, Edirne veya Mersin’den...
[26 KASIM 2008]

| “İfadesizliğin erdem olduğu bir ülkenin sattığı bir ruju hangi kadın alır?”
“Bir ülkenin marka değeri, oradaki emeğin bir çarpanıdır. Bir İsveçli bir sabah işine gider, akşam işinden çıktığında aynı süre çalışan Türk’ten 10 misli daha fazla üretmiştir. 10 misli daha fazla ‘değer’ yaratmıştır. İşte bu katma değerin önemli bir kısmı, o ülkenin ‘marka’ değeridir.”
[25 KASIM 2008]

| Özgür yazılım nasıl pazarlanır?
“IDC’nin rakamlarına göre, global özgür yazılım pazarı 2001 yılında 5,8 milyar dolara ulaşacak. Özgür yazılım pazarının henüz 2006 yılındaki büyüklüğünün 1,8 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip olduğunu bilmek, bu pazarın nasıl bir hızla büyüdüğünü göstermesi açısından son derece ilginç.”
[24 KASIM 2008]

| Hangi gazete magazin, hangisi ekonomi, hangisi siyasi?
Batılı bir görsel yönetmen “Türk gazete tasarımları nasıl?” sorusuna “Türkiye’de on beş gün bulundum, hâlâ hangi gazete magazin, hangisi ekonomi, hangisi siyasi anlayamadım.” cevabını vermiş. E, ben bunu yıllardır söylüyorum, ama dinleyen yok.
[23 KASIM 2008]

| Zanaatsiz sanat olmaz, ama sanatsız zanaat olur!
Şöyle de diyebiliriz: Her sanatkâr aynı zamanda zanaatkâr olmak zorundadır, ama her zanaatkâr sanatkâr değildir.
[23 KASIM 2008]

| İçgörü...
Aslında bütün genellemeler birer önyargıdır. Önyargı ise insan beyninin konforudur. Nesneler, kişiler, olaylar ve olguları anlama ve anlamlandırma çabasına girmeme, şablonlarla vaziyeti idare etme rahatlığı insan beynine cazip gelir. Ancak, genellemelerin pratik amaçlar doğrultusunda hiç işe yaramadıklarını da söyleyemeyiz. Her şeyden önce işlem yapmayı kolaylaştırır. Zaten, ne kadar alt kümelere inersek inelim, yine de genellemelerden kurtulmamız pek mümkün değildir.
[16 KASIM 2008]

| Jenerikleşme... Başarının zirvesinden sonra tarihin markadan aldığı intikam!
İki “jenerik” olma durumu birbirinden çok farklıdır. Birincisi önemli bir başarının ardından gelir, ikincisi ise daha baştan başarısızlığa mahkum eder. Hatta birincisi gerçekten jenerik olur, ikincisi ise jenerik isim kullanmakla jenerik olacağını sanır. Biz, bu yazımızda birinciyi inceliyoruz.
[13 KASIM 2008]

| Gutenberg Galaksisi’nin sonunda “kapak kızları” da veda edecek!
Gazete ve dergi gibi ‘an’ı yakalayıp donduran mecralar, yerlerini elektronik ve dijital medyaya terkettiğinde “kapaklar” da hayatımızdan çekilmiş olacak. Biz de artık şu fani dünyada bir “kapak” bile olamadan terk-i diyar edeceğiz!
[12 KASIM 2008]

| Boşgörü!
“Hoşgörüsüzlük, kendimize ve davamıza gerçek anlamda inanmadığımızın göstergesidir.” diye bir lafı var Mahatma Gandhi’nin...
[9 KASIM 2008]

| Bir yalana inanmak!..
Seçim zaferinin ardından, bir siyahinin, yüzyılların birikmiş hüznünü akıtan gözyaşları için bir yalana bile inanmak iyi geliyor bana... Gerisi yalan!
[6 KASIM 2008]

| Ben Barack Hussein Obama diyorum!
Gerekçem çok basit: Muhafazakar suratı görmekten bıktım!
[4 KASIM 2008]

| Grafik tasarım ve yaratıcılık
Yaz tatilimi bitirip Grafik Tasarım’ın Ekim sayısında yeniden yazmaya başladım. Ne de olsa okurlarım büyük bir tutkuyla yeniden yazmamı bekliyorlardı. Yani ben öyle düşünüyorum.
[4 KASIM 2008]

| “Eş zamanlı düşünce”den “art zamanlı düşünce”ye!..
Hatırlayanlar olacaktır, yıllar önce Aras ve Yurtiçi’nin birbirine benzeyen iki reklam filmi de kamuoyunu epeyce meşgul etmiş, film konusunu kimin kimden taklit ettiği tartışmaları yaşanmıştı. Önce Aras filminin, bir hafta gibi kısa bir süre sonra da Yurtiçi filminin yayına girmesi nedeniyle, benzerliğin “inanılmaz bir rastlantı” ve “eş zamanlı düşünce” şeklinde açıklanmasına tanık olmuştuk.
[2 KASIM 2008]

| “Yarını tahmin etmenin en iyi yolu onu yaratmaktır.”
“Stratejik derinlik ve kaostan kozmoza geçişin aktörü olmak...” başlıklı yazının üstüne, bugün, Nur Demirok’un “Buluşsal düşüncenin psikodinamiği” başlıklı yazısında karşıma çıkan Peter Drucker’ın bu sözünü yerleştirmek çok anlamlı olacak.
[1 KASIM 2008]

| Stratejik derinlik ve kaostan kozmoza geçişin aktörü olmak...
“Dinamik bir uluslararası çevrede kendileri de dinamik bir değişim süreci içinde bulunan toplumların önünde temelde üç farklı psikolojiye dayanan üç farklı alternatif vardır: Birincisi, kendi dinamizmini sınırlayan statik bir tavrı benimseyerek uluslararası yapının dinamizminin geçmesini beklemek ve bütün tanımlama ihtiyaçlarını uluslararası sistemin istikrara kavuşmasına kadar ertelemektir.”
[30 EKİM 2008]

| Türk kadını çok mu iyi karga kovalar?
Başrolünü Ata Demirer’in oynadığı Osmanlı Cumhuriyeti filminin girişinde, tarihin akışını değiştirmek amacıyla Atatürk’ün kargaları kovalarken film icabı ölmesi tartışılırken, tam bunun üstüne bir de Anadolu Sigorta’nın “karga”lı filmi vizyona girdi.
[30 EKİM 2008]

| Yves Saint Lourent’den Adidas’a, Brad Pitt’ten Najib Mahfooz’a bazı yazım kuralları...
Bazan bir basın ilanı veya bir broşürde karşılaşırız; metinde yer alan marka isimlerinin yerine ite kaka markanın logosu yerleştirilmiştir. Böyle şey olmaz. Bir metinde marka ismi olarak kullanılan sözcük, markayı temsil eden ses imgesinin yazı imgesine dönüştürülmüş halinden başka bir şey değildir. Yani, bu sözcüğün de sözlüklerde yer alan diğer sözcüklerden hiçbir farkı yoktur ve o da yazım kurallarına tâbidir.
[29 EKİM 2008]

| “Hepimiz hayvanız!”
İki kere iki dört, reklam vurucu olmak zorundadır. Reklamı vurucu kılmak için iyi bir vaatte bulunmak, tanıklıklara başvurmak, bir yenilikten söz etmek ya da çarpıcı sorular sormak gibi taktikler işe yarayabilir, fakat yetmez. Çünkü reklam, daha daha da vurucu olmak zorundadır.
[28 EKİM 2008]

| Çin’den dünyaya bol vitaminli yepyeni bir yemiş: Weizhenguo!
Bugün okuduğum iki ayrı haberi birbiriyle birleştirince zihnimde beliren fotoğrafın fındık üreticilerini üzeceğini sanıyorum. Bu haberlerden biri AKP Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün Akçakoca’da yaptığı fındıkla ilgili konuşma... Diğeri de Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin öncülük ettiği ve geçmişte sigaranın nasıl pazarlandığını anlatan bir sergi haberi...
[19 EKİM 2008]

| “Bu kapıdan odunun bile eğrisi geçemez!”
Yunus Emre, Tapduk’un dergahında, erdemli bir insan olmanın, yani “iyilik”in yolunu ararken, aynı zamanda yaş olmayan odunla “akıl”a, eğri olmayan odunla “güzellik”e çağırmıyor mu bizi?
[17 EKİM 2008]

| Krizi yorumlarken havanda su dövmek!..
“Parayı ülkede tutmanın tek bir yolu var; bol bol bira içmek ve paraları orospularla harcamak! Çünkü artık Amerika’da yalnızca bunlar üretiliyor.”
[16 EKİM 2008]

| Kriz, reklam ve züğürt tesellisi!..
Çince’de ‘kriz’ sözcüğü, ‘tehlike’ ve ‘fırsat’ sözcüklerini simgeleyen ideogramlar yanyana getirilerek yazılırmış. İlginç! Bizde de her kriz ortamında “krizi fırsata dönüştürmek” diye bir laf tedavüle girer ve yüreklere sular serpilir.
[14 EKİM 2008]

| Konumlandırmanın sonu yok: Can boğazdan gelir, boğazdan da gider!
Yiyecek içecek sektöründe olsanız, markanızı nasıl konumlandırırsınız? Tabii ki trendlere uygun olarak... Çünkü ekmek orada! Halis meyve suları, sızma zeytinyağı, katkısız ve ekolojik ürünler, her türlü unlu mamülün kepeklisi, tatsız tuzsuz diyet ürünler...
[12 EKİM 2008]

| Kola Amerika’nın hoşafı, pizza İtalya’nın lahmacunudur!
Bugün itibariyle yine bana bulaşma ihtimali olduğunu hissettiğim bir mevzudan kendimi sessizce sıyırayım. Yoksa, vallahi çıt çıkartmayacaktım.
[11 EKİM 2008]

| “Bundan daha iyi bir sigorta reklamı göreniniz var mı?”
“Biz, bizi en iyi anlayanın bizler olduğuna inanan insanlarız. Yerel davranabilme yetkinliğimizin oldukça yüksek olduğuna inanıyoruz. Bence bu ciddi bir avantajdır.”
[9 EKİM 2008]

| Dam üstünde kazma, vur beline saksağanı!
Deyimler, geniş bir kavramı daha az sayıda sözcükle anlatmak, düşünceyi etkili, canlı, çekici ve çarpıcı hale getirmek için kullanılırlar. Bu nedenle deyimlerin çoğu, metaforlar, mecazlar ve çeşitli söz sanatlarıyla oluşturulmuşlardır.
[8 EKİM 2008]

| “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır!”
Mevlana Celaleddin-i Rûmî “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” der. Bu sözün farklı bir versiyonunu da duymuştum: “Sen ne söylersen söyle, bildiğin, karşındakinin anladığı kadardır.”
[6 EKİM 2008]

| Kapitalizm, karakteri gereği Keynes’siz yapamıyor olabilir mi?
“Serbest piyasacı kapitalizm”in “komünist ütopya” gibi bir şey olup olmadığı sorusunun cevabını aramanın sanki daha fazla önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kapitalizm, karakteri gereği Keynes’siz yapamıyor olabilir mi?
[3 EKİM 2008]

| Anılarımıza ve kalplerimize acı düştü İbrahim!
Ona kırılamazdınız, çünkü kimseyi kırmazdı. Kızmazdı da... Ama kızdırırdı. Yaramaz bir çocuk gibi sevilirdi, ama sayılmazdı. Öyle bir derdi yoktu çünkü... Bilmiyorum, kaç kişi bilir, kendi haline bakmadan hep muhtaçların yardımına koşma hevesiyle yanıp tutuşan biri olduğunu... Ben bilirim.
[28 EYLÜL 2008]

| Bayide doğru söyler, İnternet’te şaşar!
Haber sitelerini, işlevsel açıdan gazetelerle karşılaştırmak tabii ki mümkündür. Çünkü aynı amaca hizmet ederler. Fakat teknoloji farkının, tasarım açısından da farklılıklar yaratacağını beklemek doğru olacaktır. Yirmi dört saatlik uzun bir ömrü olan statik bir gazetenin tasarım ilkelerinin her an değişen içeriğe sahip haber sitelerine birebir uygulanması mümkün değilse de, çok temel ölçütlerden uzaklaşmak, tasarımdan beklenen işlevlerin bu mecralarda hiç yer almaması anlamına gelecektir. Nitekim, yeri veya yabancı tüm haber siteleri bu durumu bünyesel bir arıza olarak taşımaktadırlar.
[26 EYLÜL 2008]

| Açgözlülük ve feragat...
Genelde “feragat” kültürüne sahip bir toplum olduğumuzu düşünürüm, ama “Hepsi benim olsun.” ya da “Ben herkese satarım.” diye diretenleri gördükçe her seferinde bu inancım bir kez daha sarsılıverir. Oysa “Çok tamah çok ziyan getirir.” diyen de biziz.
[25 EYLÜL 2008]

| Görsel iletişim kodlamamızın, ya hedef kitlemizde karşılığı yoksa?
Görsel iletişim de, sözel iletişim gibi elbette kodlarla gerçekleştirilebilmektedir. Mağara duvarına çizilen ilk resimden başlayarak günümüze kadar görsel kodlar sürekli bir gelişme göstermiştir. Her ne kadar, bir grafik tasarım ürününde sözel iletişim unsurlarının da yer aldığı ve bu unsurların yerel kodlardan oluştuğu doğruysa da, görsel kodların daha evrensel olabildiğini, bu sayede de grafik tasarımın, iletişim kurabileceği daha geniş bir hedef kitleye sahip olabileceğini söylemek yanlış olmaz.
[24 EYLÜL 2008]

| Siz “şeğer” ne demek, biliyor musunuz?
Terminoloji, aynen jargon gibi, üzerinde dar bir kitlenin uzlaşmış olduğu sözcüklerden oluştuğuna göre, bu “özel dil”, ancak o dar kitle tarafından anlaşılabilir. Medyacılar medyacılarla, reklamcılar reklamcılarla, doktorlar doktorlarla, hukukçular hukukçularla “özel dil”leri vasıtasıyla kolayca anlaşırlar. Ama eğer, anlattıklarınızın daha geniş bir kitleye ulaşmasını arzu ederseniz, terminoloji meselesine bir çare bulmak zorunda kalırsınız.
[22 EYLÜL 2008]

| Ah şu kızlar!
Bütün “kadın ruhu” bu siteye boca edilmiş, hatta o ruh burada “tecessüm” etmiş durumda! Siteye gir, kadın ruhunu bir kitap gibi oku!
[20 EYLÜL 2008]

| Hiç yapma daha iyi!
Bence, analizleri sakat hale getiren en önemli sorun “eksik parça sendromu”dur. Sık rastladığım bu durum, ya bilgi ve dikkat noksanlığından ya da o parçanın eksikliğinin kafa konforumuza iyi gelmesinden kaynaklanır. O parçayı dışarıda tutarsak sonuca ulaşmamız daha kestirmeden olabilir, daha az ter dökebiliriz, ama ulaştığımız sonuç hiçbir işe yaramaz.
[20 EYLÜL 2008]

| “Gerçek reklamcılar Reklam Akademisi’nde yetişiyor!”
Bir yaratıcı, yumurtladığı yumurtanın işe yarayıp yaramayacağı konusunda herkesten önce kendisinin karar verebileceği bilgi birikimine ve analitik zekaya sahip olmak zorundadır. Yetmez! Peynirli omletin nasıl yapılacağını, tüm süreç ve sonuçlarıyla birlikte en ince ayrıntısına kadar bilmek; tava, yağ, peynir, ocak gibi malzemeleri tanımak durumundadır. Yine yetmez! Servis tabağı ve çatal bıçak seçiminden tutun, masa örtüsünün serilmesine kadar her süreci yönetebilmeli, daha da önemlisi omleti yiyenin damağında hissedeceği lezzeti, ondan önce kendisi hissedebilmelidir.
[17 EYLÜL 2008]

| “Her kitapta kendimizi okuruz.”
Sonuç olarak, elbette bu arkadaşlar da bilirler ki, kitap yaz demekle kitap yazılmaz; yazılacağı varsa yazılır. Ancak, eğer gerek duyup bir kitap yazma cesareti gösterebileceksem, “imza atıp ikna etmeye” çalışan dostların her bir imzasının cesaretimi kıştırtmakta taşıdığı anlam çok büyük. Bu anlamı, daha önemlisi bunun yarattığı değeri; belki de benimle daha sahici bir münasebet kurma, daha meşru görülebilecek bir ilişkiye sahip olma, beni İnternet’in dehlizlerinden çıkarıp kütüphanenin mutena bir yerine yerleştirme, kitapla birlikte yeni bir “varoluşa” tanıklık etme, o kitapta “kendini okuma” gibi iç içe geçmiş en halisane duyguların bir yoğunlaşması olarak görüyorum. Öyleyse, herhalde sadece bir “hoşluk” değil bu... Anlıyorum ki, dostlar, “yazı”dan başka bir şey istiyorlar ve “kitap” da yazı falan değil, başka bir şey...
[15 EYLÜL 2008]

| Sen nerenle konuşursan muhatabın da seni orasıyla cevaplar!
“Sen nerenle konuşursan muhatabın da seni orasıyla cevaplar!” Ağzınla konuşursan ağzıyla, kalbinle konuşursan kalbiyle, aklınla konuşursan...
[14 EYLÜL 2008]

| BİE ve bilgeliğin hamuru...
Bilgi, bilgeliğin hamurudur. Bu hamur, bilgelik için zorunludur, ama yeterli değildir. Her ne kadar “Bilgi başkasından, bilgelik ise insanın kendisinden gelir.” demişlerse de, insanlara, bilgeliğin kapısını açacak anahtarı edindirme yolunda bir “bilinç aktarımı”ndan söz edilebilir. Arzu ederim ki BİE, bilgiyi aktarmakla kalmayıp, en azından anahtarın saklı yeriyle ilgili ipuçları da verebilsin. Bu potansiyel onda var.
[13 EYLÜL 2008]

| Herhangi biri için, herhangi bir açıdan ve herhangi bir ölçüde, herhangi bir şeyin yerini tutan herhangi bir şey...
Bir şeyin, mesela “elma”nın dört farklı varoluş düzeyinden söz edilebilir. Nedir bu dört varoluş düzeyi? O şeyin, yani “elma”nın (1) gerçeklikteki (nesnel) varlığı, (2) zihindeki varlığı, (3) sözdeki varlığı ve (4) yazıdaki varlığı... Nesnel gerçeklikteki “elma”, bildiğimiz “elma”dır işte... Zihindeki “elma”, “elma” kavramıdır; gerçeklikteki “elma”nın zihindeki tasarımı, tasavvurudur. Sözdeki “elma” ise, “e-l-m-a” seslerinin bu sıralamayla oluşmuş ses kombinasyonudur. Yazıdaki “elma” da, “e-l-m-a” harflerinin bu sıralamayla yanyana getirilmesiyle oluşmuş tipografik formdur. Yazı söze, söz zihindeki anlama, yani kavrama yöneltir. Kavram ise nesnel gerçeklikteki varlığı simgeler.
[9 EYLÜL 2008]

| Gazeteler ölüyor mu?
Ürkütücü soruyu tekrarlayalım: Gazeteler ölüyor mu? Bu konuda rivayet muhtelif... Bir rivayet de benden olsun; ha bir eksik, ha bir fazla, ne fark eder? Tabii, bu rivayetlerin önemli bir kısmının tabutları çoktan cilalamayı başladıklarını da söyleyeyim. Yani ölür diyenlerin sayısı, yaşar diyenlerden fazla...
[6 EYLÜL 2008]

| İmgeleri nesnelere ya da nesneleri imgelere yapıştırmak ve Masumiyet Müzesi...
Elias Canetti’nin “İnsanın Taşrası”nda mahkum ettiği ve bizi mağlup eden “nesne”nin bizzat kendisini yüceltmek ile “nesne”ye yapıştırdıklarımız ve “nesne”nin muhafazası altına girmiş olanlarla anlam kazanan “nesne”nin aynı şey olmadığını sanıyorum.
[2 EYLÜL 2008]

| Gel bu şalvar takıntısından vazgeç Şalvarlı! Kendin için...
Marka isminin diğer sorunlarını, “by Şalvarlı” gibi tuhaflıkları hiç irdelemeleyelim, ama şalvarın belden aşağı bir giysi olması sebebiyle, duyulduğunda hemen hijyen konusunu akla düşüren Şalvarlı ismi yerine, keşke Yelekli falan gibi bir isim tercih edilmiş olsaydı bari! Şalvar giyen baba yelek de giyiyordur herhalde!
[2 EYLÜL 2008]

| “Şirketlerin ince gücü, pazarlama zekalarından başka bir şey değildir...”
“Pazarlamadunyasi.com’un bu ayki konuğu Diyalog isimli kişisel bloğunda “pazarlama iletişimi” ve “grafik tasarımı” konularında yazdığı yazılar ile hem sektör içinde hem de sektör dışında geniş bir okuyucu kitlesi olan A. Selim Tuncer. Tuncer ile pazarlama, reklam, marka ve Diyalog hakkında konuştuk.”
[1 EYLÜL 2008]

| “İslam’ın estetiği var, ama...”
“Örneğin Türkiye’de, bir nevi travmatik Batılılaşma deneyimi söz konusu. Bunun getirdiği hem bir gelenek kaybı var; hem de öfke ve tepki, politizasyon var. Öfke, politika vb. çok ağır basıyorsa, bu bilinçliliğin estetikle anlamlı bağlantılar kurması güçleşir. İdeoloji, ha bire araya girer ve bir şeyleri dikte eder.”
[31 AĞUSTOS 2008]

| Bilumum kamu reklamı itina ile yapılır!
Sunumun “Türk Lirası’na Geçiş Tanıtım Kampanyası” bölümünün bir yerinde karşımıza öylesine tanıtım uygulamaları çıkıyor ki, kamuya ait birçok tanıtım kampanyalarında tanık olduğumuz, “bilumum kamu reklamı itina ile yapılır” cinsinden işler...
[28 AĞUSTOS 2008]

| “İçinizden biri olmaya, gücünüze güç katmaya geldik!”
“ING Bank’ın reklam filmi, Clotaire Rapaille’in Kültür Kodları adlı kitabında tarif edilen analizlere tamamen uygun tasarlanmış... Filmin ana teması ‘İçinizden biri olmaya geldik, Türkiye’nin enerjisinden güç almaya, gücünüze güç katmaya geldik’ mesaji öncelikle Rapaille’in saptadığı Türkiye’nin kendine atadığı kod olan MİSAFİRPERVERLİK hissiyatina uygundur (message is on code).”
[26 AĞUSTOS 2008]

| Recep İvedik’le İstiklal Caddesi’nde kol kola yürümeyi kabul etme eğrisi!
Tamam, farkındayım; konu çoktan medya canavarının midesinde sindirilip barsaklarına indi, ama belki bizim için bazı işe yarar kırıntılar kalmıştır. Ne yapalım, her gün yazanlar gibi gündemi takip edemiyoruz. Hani şu önceleri “tarife yumurtlayan tavuk”ken, herhalde o kadar ıkınmaya rağmen yeterince yumurtlayamamış olacak ki yumurtlatması için şimdi birden Recep’in güçlü (ve kıllı) ellerine teslim edilen tavuktan söz ediyorum.
[24 AĞUSTOS 2008]

| Referans, referans kaynağı olma yolundaki gelişimini sürdürüyor
Referans, vazgeçilmez bir referans kaynağı olma yolundaki gelişimini sürdürüyor.
[24 AĞUSTOS 2008]

| “İngilizce yeyip Turkche konuşmak” ya da bir bağlam etkisi oluşturmaya ihtiyaç duymayan marka ismi yaratmak mümkün mü?
Her marka ismi; fonetik yapısı, anlamı ve çağrışımlarıyla markanın kimliğini ve tüm değerlerini temsil eder/etmelidir. Bu nedenle marka ismi seçimi, markalaşma serüveninin ilk stratejik adımlarından biridir. Öyle ki, markanızı konumlandırmadan önce verdiğiniz bir marka ismi, konumlandırma stratejinizi belirleyebilecek, sınırlandırabilecek, hatta engelleyebilecek kadar önemli rol oynar.
[11 AĞUSTOS 2008]

| Çok yaşlandım, çoook!
Hayretten küçük değil, büyük dilimi yutmama neden olan işlerin sayısında bu kadar artış olduğuna göre sorun bende diye düşünüyorum artık! Zihinsel melekelerimde gerileme, algı yeteneğimde düşme, bugüne kadar öğrendiğim prensiplerde sapma varsa kesinlikle yaşlandım demektir.
[11 TEMMUZ 2008]

| Tatminsiz reklamveren için mucizevi bir buluş: Logo büyütme kremi!
“Logomuzu biraz daha büyütün. Yerimiz var, lütfen biraz daha!” başlıklı yazımın üzerinden iki buçuk sene geçmiş. Bu arada uyanık birileri yememiş, içmemiş ve logo ebadı konusunda bir türlü tatmin olmayan reklamverenler için muhteşem bir ürün yaratmışlar: “Make My Logo Bigger Cream!” İnovasyon diye buna derim işte!
[19 HAZİRAN 2008]

| “Vencereis pero no convencereis!”
İletişimci, eğitimci ve psikolog Kevin Hogan diyordu ki “Sahip olduğunuz ve olacağınız, yapacağınız, deneyimleyeceğiniz her şeye başka insanlar sayesinde ve aracılığıyla ulaşacaksınız. Yaşam, iknadan ibarettir. Tüm dünya ikna üzerine kuruludur.”
[10 HAZİRAN 2008]

| Reklamcılık “manyak”lık, yaratıcılık “çatlak”lıkla karıştırılmadığı zaman!..
Sanıyorum Fatih Altaylı’nın köşesinde yer alıyordu. Yazar, “Ne zaman adam oluruz?” diye soruyor, sonra her gün bu soruya kendince bazı cevaplar veriyordu. Ben de “Ne zaman adam oluruz?” diye soruyor ve şu cevabı veriyorum: “Reklamcılık “manyak”lık, yaratıcılık “çatlak”lıkla karıştırılmadığı zaman!..”
[26 MAYIS 2008]

| Marka, kişilik bölümleri arasındaki çatışmayı ortadan kaldırabilir mi?
Kriminolojiden tıbba kadar birçok disiplin gibi pazarlama iletişimi de kişilik kuramlarının tamamıyla ilgilenir. Bilişsel temelli kişilik kuramları, treyt kuramı ve sosyo-psikolojik kuram gibi psikanalitik kuram da pazarlama iletişiminin ilgi alanı içine giren kuramlardan biridir.
[23 MAYIS 2008]

| “Sen salın gel, ben boyuna bakayım!”
Belki bu güzel Ege türküsünün, yazmadığım ilk dizesini söylemek de suçtur artık! Ya da kimse kimseden kapalı mekanlarda en azından “ataş” isteyemeyecektir. Çünkü, 19 Mayıs 2008 itibariyle neredeyse tüm kapalı mekanlarda sigara içme yasağı yürürlüğe girdi.
[21 MAYIS 2008]

| Yaman Gezgin kaybolurken Coco Star kimliğini mi buluyor?
Birkaç günlük bir seyahatin ardından ajansa döndüğümde masamın üstüne yığılmış dergi ve diğer postaların yanına konulmuş bir “korsan” sandığı hemen ilgimi çekti. Ne de olsa diğerlerinden “farklı”ydı...
[11 MAYIS 2008]

| Blog Konferansı ve Blog Ödülleri 2008
Microsoft’un sponsorluğuyla geçen yıl ilki yapılan Blog Konferansı’nın bu yıl ikincisi düzenleniyor.
[9 MAYIS 2008]

| “Evrensel ortak iyi” varsa “evrensel ortak güzel” de vardır tabii...
Kültür dediğimiz şey ilk elde yerel olana işaret eder. Ama yine de yerel ve evrensel kültürel değerler arasında bir ortaklıktan, daha doğrusu ortak paydadan söz etmek mümkündür. Bu, değer kavrayışlarıyla ilgili bir durumdur. “Evrensel ortak iyi” varsa “evrensel ortak güzel” de vardır.
[1 MAYIS 2008]

| Budamak verimliliği artırır
Çimler biçildikçe gürleşir, çünkü onların bütün amacı nesillerinin devamını sağlamak için toprağa yeni tohumlar ekmektir. O nedenle üstlerinden biçildikçe o hedefe ulaşmak için daha bir coşkuyla büyümeye ve olgunlaşmaya çalışırlar.
[28 NİSAN 2008]

| Arçelik satılırken... Derin dondurucuda donup kalmak!
Dün bir işadamı arkadaşımla havadan sudan sohbet ederken, bana, benim bile unuttuğum bir yazımı hatırlattı. “Eğer,” dedi, “Koç Grubu’nun son birkaç yıldaki stratejik açılımlarını izlersen, bu açılımların, yazında dile getirdiğin iddialarına çok ciddi bir karine oluşturduğunu görürsün.”
[27 NİSAN 2008]

| Dijital saatler gülümseyemez ki!
Belki dikkatinizi çekmiştir; kataloglarda ve reklam fotoğraflarında saatler hep 10:10’u, yani “onu on geçe”yi gösterir. Bunun nedeni, akrep ve yelkovanın aldığı bu pozisyonun gülen insan yüzünü (smile) çağrıştırdığı, bu bakımdan da saat fotoğraflarının insanlarda olumlu duygular uyandırdığı şeklinde açıklanır. Ayrıca, yine bu pozisyonundaki akrep ve yelkovanın kucağını açmış bir insanı hatırlattığı söylenir.
[24 NİSAN 2008]

| “Eat me!”
Bu hafta başı Nur Demirok’tan bir yazı: “Lezzet ambalajla birlikte algılanırsa sorun yok.” Hadi bu da bonusu: “Yeni düşünce nasıl yaratılır?”
[21 NİSAN 2008]

| Evet, pazarlama estetiği stratejisi... Ama!
‘Pazarlama Estetiği’ isimli kitap; organizasyonu oluşturan her bir bölüm için duyusal deneyimler ve estetik zevk kazandıran kimlik araç ve yöntemlerinin, stratejik açıdan planlanması ve uygulanmasını ifade eden ‘estetik strateji’ kavramını tüm yönleriyle ele alıyor.
[16 NİSAN 2008]

| “Beni kategorize etme!” demekle kategorize edilmekten kurtulmak mümkün mü?
İlk kez karşılaştığımız bir insanı beynimiz birkaç saniye içinde kategorize eder. En temel kategorileştirme, bu insanın “iyi” mi, yoksa “kötü” mü olduğu şeklinde gelişse de, hemen ikinci adımda kişisel özellik ve niteliklerle ilgili “yakıştırma”ların harekete geçtiğini söyleyebiliriz.
[7 NİSAN 2008]

| ‘Sanat’ değilse de, ‘sanatçı’ bir kişilik ve ‘sanatkârâne’ bir ‘iş’...
İlhan Bilge’nin, Grafik Tasarım dergisinin Ocak 2008sayısında yer alan “Sanatçı mısınız, tasarımcı mısınız?” başlıklı incelemesi, bu ezeli, hatta belki de ebedi soruyu yeniden gündemimize düşürmüş oldu.
[2 NİSAN 2008]

| Toys’R’Us’lar ikileyip Toyiki olunca ne olur?
Hiçbir şey olmaz. Aynı mağazalar, aynı marka oyuncakları, aynı şekilde satmaya, çocuklar ve ebeveynleri de almaya devam ederler. O kadar. Hatta Toys’R’Us’a dili dönmeyen ebeveynlerin çok hoşuna gidecektir Toyiki...
[2 NİSAN 2008]

| Nasıl dağdaki çobanın oyu seninkiyle eşitse, senin oyun da benimkiyle eşit Sevgili Aysun! N’apalım, demokrasi böyle bi’şey...
Demokratik elitizm de sonuçta bir öneridir, ama ne yazık ki o elit/elitist oligarşi içine seni de, beni de almazlar, çırak çıkarız. Yine de en iyisi, her ileri demokraside olduğu gibi oyların eşitliğini kabul etmek...
[30 MART 2008]

| Güven Borça’nın turkuaz rüyası...
Belki birkaç yıl olmuştur; Güven Borça’nın “Türkiye’nin (milli) forma rengi değişebilir mi?” başlıklı bir yazısını okumuştum. Bu yazısında “Eğer sıradanlıktan çıkıp bir marka gibi ayrışmak ve kendimize farklı bir kimlik oluşturmak istiyorsak milli forma rengimizi değiştirmeyi düşünmeliyiz.” diyordu. Doğrusunu isterseniz, fikrin çok zekice, ama gerçekten zekice olduğunu kabul etmeme rağmen çok uçuk bulmuştum.
[26 MART 2008]

| İletişimci soğukkanlılığı ve öykünün her iki tarafını da görebilmek!
“İnternet çağında, teknoloji çağında, insanların 12 saat televizyon izleyerek, saatlerce Playstation oynayarak, gazete-dergi-kitap okuyarak yetiştiği, algılarının böylece oluştuğu bir çağda hukukçuları (yani savcı, yargıç, avukat) nasıl yetiştiriyoruz acaba? Hukukçuların Eski Yunan’da Aristo’nun Rhetorik isimli kitabında söz ettiği artistik ve artistik olmayan kanıtlardan haberleri var mı?”
[19 MART 2008]

| Pazarlama ve siyasetin ortak serüveni
Elbette siyasetin kendine özgü kuralları ve farklılıkları var. Ancak, tüketici ile seçmen, ticari pazarlarlar ile siyasal pazar, mal ve hizmet arzıyla siyasal arz, mal ve hizmet talepleriyle toplumsal-siyasal talepler arasındaki benzerlikleri göz ardı edemeyiz.
[18 MART 2008]

| Reklamcı ve entelektüel direnç kabiliyeti
Benzer şeyleri düşünmüşüz. Güven Borça, Marketing Türkiye’nin 1 Mart 2007 tarihli sayısında yer alan “Sosyal sorumsuz Türk reklamcısı” başlıklı yazısında, daha önce de değindiği iki örnek vaka bağlamında reklam sektörünü biraz azarladı. Ben de Marketing Türkiye Almanak 2007’de “Mesleki beslenme modelleri ve entelektüel birikim” altbaşlığı altında yeni jenerasyonla ilgili bir şeyler söylemiştim.
[9 MART 2008]

| “Eğer Garp’sa, bu niye benim hoşuma gidiyo?”
“Filmde de gördüğünüz gibi, Mozart’ın 40. senfonisine, Beethoven’ın 9. senfonisine hem mecliste yer alan topluluğun hem de jandarmaların olumlu tepki vermelerinin, yani bu senfonilerden hazzetmelerinin sizce sebebi nedir?”
[8 MART 2008]

| Grafik tasarımcı, yarattığı güzelliğin “iyilik” ve “doğruluk”la ilişkisine kayıtsız kalabilir mi?
Her ne kadar etik ve estetiğin birbiriyle ilişkisi olmadığını iddia eden düşünürler varsa da, bence, felsefenin bu iki disiplini tek bir başlık altında incelemesi tesadüfi değildir. Nitekim, estetiğin mahiyeti üzerinde çalışanlar da, onun iyilik, doğruluk ve yücelikle ilişkisini hiçbir zaman göz ardı etmemişlerdir.
[5 MART 2008]

| Finansal Forum “can”lanıp Referans’a dönüşünce...
Eyüp Can sayesinde iyi bir ekonomi gazetesine sahip olduğumuzu söyleyebiliyoruz. “Bu başarıyı tek kişiye odaklamak doğru mudur?” diye soracak olursanız da vereceğim cevap şudur: Sonucun tek kişinin eseri olduğunu iddia etmek doğru olmaz, ama o tek kişinin bir paradigma değişimi, işi doğru yerinden tutmak, sağlam bir ürün konumlandırması, bir gazete kimliği, bilgi, heyecan ve doğru bir yön anlamlarına geldiğini kavrarsak başarıyla ilgili kritik faktörü atlamamış oluruz.
[3 MART 2008]

| Kendi ayağımıza sıktığımız G-3 mermisi!
Bana “Bu hükümetin en zayıf noktası neresi?” diye soracak olursanız hiç düşünmeden “iletişim” derim. Yani ne irtica ne ekonomi ne iç politika ne dış politika ne de başka bir şey... Tüm bu alanları da zaman zaman zaaf haline getiren ve başarıları da kirleten Aşil’in topuğu ilk önce iletişim...
[2 MART 2008]

| Bu çay değil ki, yeşil çay!
Pazarın büyük bir bölümü Lipton’un dökme çayına, Çaykur ve Doğuş’un ise poşet çaylarına itibar etmiyor. Şimdi tüketici, bitkisel ve fonksiyonel çayda uzmanlaşmış ve haklı bir itibar kazanmış Doğadan’ın siyah çayına niye itibar etsin ki?
[28 ŞUBAT 2008]

| Mimari, endüstriyel tasarım, basın, sinema ve... Disiplinler arasında yalpalayan grafik tasarımı!
Kimseyi suçlamak ve rencide etmek niyetinde değilim. Mesleği mimarlık olan hiç kimseden bir grafik tasarımcı bakış açısına, deneyim ve birikimine sahip olmasını bekleyemeyiz. Sadece şunu beklemek hakkımızdır ki, bir mimari projede ürün kimliğinin önemli bir parçası olabilecek hiçbir unsur ihmal edilmemeli, gerektiğinde işin uzmanlarından destek alınması noktasında çekingen davranılmaması gerekir.
[18 ŞUBAT 2008]

| “Bizler sosyal ağlarımızı oluşturuyoruz ve sonra sosyal ağlarımız bizi şekillendiriyor.”
İnternet, özellikle Web 2.0’a kadar kendinden önceki mecraları bir şekilde taklit etmiş, yukarıdan, tek yanlı ve asimetrik iletişim ortamı olarak gündemimize girmiştir. İnternet’in icadı ne kadar devrim niteliği taşıyorsa, onun, Web 2.0’la birlikte gerçekten etkileşimli, eşdüzeyli ve simetrik bir iletişim ortamına dönüşmesi de aynı ölçüde devrim niteliği taşımaktadır.
[16 ŞUBAT 2008]

| Küçük olmanın en büyük avantajlarından biri, büyük düşünme potansiyeline sahip olmaktır
“Büyük olmanın en hoş yanlarından biri, küçük düşünme lüksüne sahip olmaktır.”
[6 ŞUBAT 2008]

| Küresel kapitalizm, ‘pazarlama’dan sıkıldığı için demokratik pazarlardan çekiliyor (mu?)
Bir yazısında Güven Borça, “Pazarlamayı öğrendiğimiz Amerika, kamuoyunu iknaya bile gerek duymadan insanların üzerine bomba yağdırabiliyor.” anlamında bir şeyler yazmıştı. Çünkü küresel kapitalizm yön değiştiriyor, suyun başını kendisine, suyun sonu diyebileceğimiz pazarları da başkalarına bırakıyordu. Bu nedenle Grundig’i Koç’un, Godiva’yı Ülker’in, Jaguar ve Land Rover gibi kült markaları Hintli Tata’nın almasında hiçbir sakınca yoktu. Çinliler’in tüm endüstrileri ifsat etmesinde de!
[5 ŞUBAT 2008]

| Tanrı’nın krallığı!..
İlk günahtan bu yana da insanlar ancak Allah’ın yardımıyla Tanrı’nın krallığınının mensubu olabilmektedirler. Ancak bu nimet her insana değil, sadece seçilmişlere sunulmaktadır.
[4 ŞUBAT 2008]

| Kes yapıştır, tak takıştır, Türk turizmini yatıştır!
T.C. Kültür ve Turzim Bakanlığı’nca koordine edilen, temel amacı Türkiye’nin yurt dışı turizm pazarlarında imajını yükselterek satışları artırmak olan ve kamuoyunda “Türkiye’nin tanıtımı” olarak anılan iletişim faaliyetleriyle ilgili çok kısa bir değerlendirme yapacak olursak; temel kritik noktasının bu çalışmaların kreatif yetkinlik düzeylerinden ziyade stratejik yaklaşımlarda odaklandığını ifade ederek ve dikkatleri buraya çekerek yazıya başlamayı uygun görüyorum.
[28 OCAK 2008]

| Demek ki ucunu tutmadan da döşenebiliyormuş!
“Bir ara bu yoldan ayrılıp ustaları ekranda İngilizce konuşturan boru reklamlarına geçenler olduysa da aslında bu reklamlar da ‘Tut Şunun Döşeyelim Abi’nin çizgini takip eden reklamlardı. Ve geçen hafta bir yiğit çıktı merdane ‘Tut Şunun Ucunu Döşeyelim Abi’ türü boru reklamlarına öyle bir meydan okudu ki ağzın açık kalmaması mümkün değil! Reklamda yeni boruyla karşılaşan su canlanıyor, kanlanıyor, şaha kalkıyor.”
[26 OCAK 2008]

| Putları kırmak, aslında zihinsel tasarımı özgürleştirmek demektir
Hz. Muhammed’in “Eğer benim resmimi bir yerde görürseniz onu yırtın ve ayaklarınız altında çiğneyin.” diyerek resminin yapılmasını neden yasakladığına dair şimdiye kadar verilmiş cevap, çoğunlukla sevilen kimselerin anılarını yaşatmak gibi iyi niyetle yapılan resim ve heykelin sonunda Allah’a şirk koşmaya, resmi ve heykeli yapılan kimseleri tanrılaştırmaya yol açtığı için yasaklandığı şeklinde olmuştur. Bu tabii ki doğru bir gerekçelendirmedir, ama bence daha güçlü ve çok daha önemli bir “neden” var.
[21 OCAK 2008]

| Entertainment in Marketing Lab’de eğlence “iş”i masaya yatırıldı
Marketing Türkiye’nin ifadesiyle, tüketicinin daima daha iyiyi aramasından kaynaklanan güçlü rekabet koşulları, sektör temsilcilerini gün geçtikçe eski pazarlama tekniklerine yenilerini eklemeye zorluyor. Şimdilerde çok ses getirmenin ve markaları kitlelere ulaştırmanın en etkin yolu olarak söz edilen eğlence sektörüyle iç içe geçmiş pazarlama çözümleri kullanımı Entertainment in Marketing Lab’de konuşulan konular arasında yer aldı.
[18 OCAK 2008]

| Huma kuşu yükseklerden seslenir
Daha önce de aktarmıştım; imaj, “algı”lanan bir nesnenin zihnimize yansıyan görüntüsü olmakla birlikte, daha önemlisi, herhangi bir uyarıcı olmaksızın da bilinçte oluşabilen bir şeydir. Yani imaj belli bir zamanla ve belli bir nesneyle sınırlı olmayan zihinsel bir tasarımdır.
[16 OCAK 2008]

| Sağ beyin, sol beyin ve “corpus collosum” ya da grafik tasarımcı beyninin hangi yarımküresini kullanarak tasarlar?
Aslında her iki beyin lobunda keskin bir uzmanlaşma söz konusuysa da, bir mesele karşısında her iki taraf da aynı anda ve birlikte çalışırlar. İki lobun birbiriyle bilgi alışverişini sağlayan aradaki bağlantı “corpus collosum”dur. Fakat, davranışlar ve yaklaşımların, kişinin hangi beyin lobunun daha gelişmiş olduğuyla yakın bağlantısı vardır. Yani iki lobun aynı anda ve birlikte çalışması demek, dengeli çalışması anlamına gelmemektedir.
[6 OCAK 2008]
| MediaCat reklam ve medya dünyasını şeffaflığa davet ediyor... E, ben de!
Bakalım sektör aktörleri, gerçekten de 2008’de “soy-un-ma” cesareti gösterebilecek mi? Biliyorsunuz, “soyacak”la “soyulacak“ aynı kişi olduğunda, Türkçe’de bu eylem “soyunmak” adını alır.
[5 OCAK 2008]

| “Amerika’nın o malum markaları olmasa dünyanın güç dengeleri anında değişir!”
“Bir şirket ancak markaları kadar büyüktür. Marka olmak yeni dünya düzeninde sermaye demektir. Aslına bakarsanız dünya borsalarında tedavül edilen şey şirketlerin finansal varlıkları değil, markalarıdır. Hatta biraz ileri giderek şunu da söyleyebilirim: Dünyayı politikacılar değil markalar yönetmektedir. Neo-kapitalist düzenin ve küreselleşme dediğimiz olgunun temelindeki gerçek budur.”
[1 OCAK 2008]