23 Temmuz 2006 Pazar

| Mükemmel olmayı bırak, çarpıcı olmaya bak!

Hemen söyleyelim ki, kusursuzluk diye bir şey yoktur; eşyanın tabiatına aykırıdır bu... Kastedilen ya kusursuzluk çabası ya da görece bir algıdır. Elbette, plastik anlamda mükemmel denilebilecek formlar görmek mümkündür. İşte, bu mükemmellik de yazık ki o formların kusurudur. Mesela insan formunda kusursuzluktan söz etmek mümkün olacaksa, o formun kusursuzlaştırıcı bir kusurunun olması beklenir.


Eski Yunan heykelleri gibi bir kusursuzluk arayışı, kusuru baştan kabul etmek anlamına gelir. Güzel görünme ve fark edilme durumu, bir kusurla ortaya çıkar. “Put gibi güzel”lerden “yıldız” olmaz mesela, gözlemleyin. Belki aşk bile bir kusura tutulmaktır; “Ne buluyorsun o herifte/kadında?” sorusunu duyar veya sorarsınız. Sorunun cevabı “Senin bulamadığını...” olabilir mi?

Geçtiğimiz aylarda İkebana Evleri’nin reklam filmiyle ilgili oyuncu seçimi yaparken, geçen yıl Romanya güzeli seçilmiş olan bir kız üzerinde yaklaşık on beş kişi oybirliğiyle karar vermiştik. Sekiz on “kusursuz” güzel kız arasından seçilen Romanya güzelinin bir kusuru vardı; ağzı büyüktü. Hatta yazarlarımızdan İbrahim Akar “Güzelliği bir kusur ortaya çıkarır, senin ağzın büyük!” gibi bir densizlik yapıvermişti de, kızcağız biraz bozulmuştu. Ama o kusur, diğer on güzel arasında sıyrılmasını, ayrılmasını ve seçilmesini sağlamıştı. (Romanya güzeli seçilmesini de buna mı bağlamalıyız?) Hatta İbrahim dışında, belki kimse ağzının büyüklüğünü algılayamamıştı bile.

Farklılaşmayı farklılaştırarak fark ettiren adam Seth Godin, The Big Moo (Büyük Mor İnek) isimli kitabının kapağında “Stop trying to be perfect and start being remarkable!” (Mükemmel olmayı bırak, çarpıcı olmaya bak!) derken de benzer bir gerçeğe işaret etmiyor mu? Küçük kusurlar, markanızın yalnızca farklılaşmasını sağlamaz, aynı zamanda sevimlileştirir ve doğallaştırır da... Aslında kusurlu olmak, doğal olmak anlamına da gelir.

Farklılaşmak ve çarpıcı olmak, yalnızca kusurlu olmakla mümkündür demek istemiyorum kesinlikle. Ancak, küçük kusurlarınızı dert ederek hem markanızın yönetimini imkansız hale getirirsiniz hem de “kusursuzluk çabası” nedeniyle yaşayacağınız “yetersizlik duygusu” özgüveninizi yeyip tüketir.

Bence markanız kusursuzsa, mutlaka bir kusur icat edin ki, kusursuzluk kusurundan kurtulun. Aslında Cindy Crawford’un “ben”i de bir kusur sayılmalıdır, değil mi?