2 Nisan 2009 Perşembe

| “Anlatmadan anlatmaya fark eder!”

Fıkra deliler üzerine uydurulmuş ama, pek deli işi değil! Siz de bir yerlerden duymuş veya okumuş olabilirsiniz, ama tekrarlamakta bir sorun yok.


Bir akıl hastalıkları hastanesinde başhekim hastalarını ziyarete çıkar. Bir köşede delilerin kendi aralarında bir sayı söyledikten sonra hep birlikte kahkahalarla güldüklerini görür. Dayanamaz ve sorar: “Neden söylediğiniz her sayıdan sonra gülüyorsunuz?”

İçlerinden biri başhekimi cevaplar: “Biz bütün bildiğimiz fıkralara birer numara verdik. Mesela on beş dedigimiz zaman on beş numaralı fıkra aklımıza geliyor ve hep birlikte gülüyoruz. Dokuz deyince de dokuz numaralı fikra aklımıza geliyor.”

Başhekim “Bir numara da ben söyleyeyim o halde!” der ve bir sayı söyler: “Beş!”

Bakar, kimseden çıt yok. Bir sayı daha söyler: “On yedi!” Fakat yine kimseden çıt yok. Bir sayı, bir sayı daha! Ama nedense hiç kimse gülmez.

Başhekim: “Ama ben söyleyince neden hiçbiriniz gülmüyorsunuz?”

Delinin biri cevap verir: “E, başhekimim! Tabii ki anlatmadan anlatmaya fark var!”

Fıkra bu kadar... Sizi güldürdüyse yeter, ama bir iki hisse çıkarsak da fena olmaz.

C. S. Peirce’in “anlaşmalı göstergeler” olarak tanımladığı sözcükler, nasıl geniş bir uzlaşım sonucu bir kavramın kodu oluyorsa, daha dar bir kitlenin kendi aralarında sağladıkları uzlaşmayla özel kodlamalar da yaratılabilir. Dedim ya, pek deli işi değil ama, yukarıdaki fıkrada yer alan sayılar da, eşleştirilmiş bazı fıkraların kodu olarak benimsenmiştir. Mesela, geniş halk kitlelerinin tanımadığı, üzerinde daha dar bir kitlenin uzlaştığı bilim ve sanat dallarındaki kodlamalara terim diyoruz. Alt kültürlerin geliştirdikleri kodlamalara da jargon...

Şimdi, fıkradaki kitleyle bir anlaşma sağlamak istiyorsak, o kitlenin benimsediği kodlar konusundaki uzlaşıma bizim de dahil olmamız gerekecektir. Bu yeter mi? Yetmez, çünkü anlatmadan anlatmaya da fark eder!

Fark eder mi gerçekten? Eder.