28 Ağustos 2008 Perşembe

| Bilumum kamu reklamı itina ile yapılır!

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, dün bir basın toplantısıyla Yeni Türk Lirası’ndan Türk Lirası’na geçeceğimizi müjdeleyerek, kendi ifadesiyle “geleneksel olarak kullanılan ve asli para birimimiz olan TL’ye dönüş” süreçlerini aktardı. Yeni Türk Lirası’ndan Türk Lirası’na geçeceğimizi zaten yıllardır biliyorduk, ama bunun, üzerinde çalışılmış bir program dahilinde gerçekleştirilecek olması güzel...


Yılmaz’ın sunumunda “Türk Lirası’na Geçiş Tanıtım Kampanyası” diye bir bölüm de yer alıyor ve bu bölümde tanıtım kampanyasının amaç ve temel stratejisi şöyle açıklanıyordu: “1 Ocak 2009 tarihinden itibaren yeni banknot ve madeni paraların tedavüle gireceği, paramızın adından ‘yeni’ kelimesinin çıkarılacağı, tekrar geleneksel adı olan ‘Türk Lirası’ adını alacağı, paralarımızın tasarımlarının tamamen değişeceği, geliştirilmiş güvenlik özelliklerine sahip olacağı konularında bilinirlik yaratmak, Türk Lirası’na geçişin gerekçelerini, önemini, anlamını ve faydalarını anlatarak toplumun bu değişimi sahiplenmesini sağlamak, böylece yurttaşların, yeni paraların fiziki ve güvenlik özelliklerini tanımalarını sağlayarak Türk Lirası’na geçişi sorunsuz ve başarılı bir şekilde gerçekleştirmek.”

Gördüğünüz gibi buraya kadar pek bir sorun yok. Konuyla ilgili yaptırılmış araştırmalar, gayet düzenli organize edilmiş bir basın toplantısı, özel web sitesi, net bir biçimde belirlenmiş amaç ve hedefler her şeyin yolunda olduğunu gösterirken... Fakat, o ne?

Sunumun “Türk Lirası’na Geçiş Tanıtım Kampanyası” bölümünün bir yerinde karşımıza öylesine tanıtım uygulamaları çıkıyor ki, kamuya ait birçok tanıtım kampanyalarında tanık olduğumuz, “bilumum kamu reklamı itina ile yapılır” cinsinden işler...

Kimse alınıp gücenmesin. Kimse derken, tabii ki bu işlerin sahibi olduğu basın toplantısında açıklanan Bersay’ı kastediyorum. Hele Ali Saydam hiç gücenmesin, çünkü kendisi de benim yerimde olsa lafını esirgemezdi. Eğer ortada mesleğim adına vahim bir tablo olmasaydı zaten ben de hiç kafayı takmazdım.

Kimi halkla ilişkiler şirketlerinde, etkinlik ve organizasyonların ‘branding’ uygulamalarını imal etmek için nasıl olsa lazım olur düşüncesiyle barındırılan “bir Mac - bir operatör” tezgahından çıktığı çok aşikar olan işlerle ilgili hiçbir kritik yapmak istemiyorum. Çünkü logonun logo, filmin film, afişin de afiş olmadığını meslek erbabı zaten tak diye anlayacak, “tipografik sefalet”i şak diye görecektir. Ama doğrusu, işleri psikanalitik yönden değerlendirebilme imkanım olsaydı, elektronları dönen atom çekirdeğiyle “guş ganadı galem”in nasıl filmde bir araya geldiğini çözümleyebilmeyi çok isterdim.

İmla hatalarını da bir yana koyalım. “Asli para birimimiz”e dönerken, paramızın nasıl yenilendiğini filozofik bir kreasyon olarak kabul edelim. Yetmiş milyon insanı tekilleştiren “Hayırlı olsun Türkiye!” nidasının da binlerce kez test edilip onaylandığı için benimsendiğini varsayalım. İçimize sular serpelim.

Neyse, dedim ya, buna benzer kamu reklamlarıyla zaten çok karşılaşıyoruz. Buradaki asıl mesele başka...
1.
Bersay, kendi tanımlamasıyla bir “iletişim danışmanlığı” şirketi... Danışmanlık dışında, operasyonel tarafını ise ağırlıklı PR hizmetleri oluşturuyor.
2.
Bir reklam ajansı olmadığı için, reklam ajansı hizmetlerinin kapsamı içinde yer alan işlerle ilgili kendisinden bir performans beklemek doğru olmaz.
3.
Büyük ihtimalle kendi hizmet kapsamı içinde başarılı bir şirket...
4.
Bersay’ın, “Türk Lirası’na Geçiş Tanıtım Kampanyası” işini ihale yöntemiyle en uygun teklifi vererek almış olması gerekiyor. Tabii ki alacak, bunda hiçbir sorun yok. Anasının ak sütü gibi helaldir.
5.
Sorun şu ki, bu kampanyanın bir de reklam ajansına ihtiyacı var(mış)! (Acaba işin içinde bir reklam ajansı var da, biz mi bilmiyoruz?)
6.
Bu durumda Bersay’ın ilk işi, bir “iletişim danışmanı” olarak bu ihtiyacı karşı tarafa bildirmek olmalı değil miydi?
7.
Kamu ihalelerinde böyle abukluklar olabiliyor, diyelim ki müşteri tarafı bu ihtiyacı anlamasına rağmen, yasal birtakım engeller nedeniyle işi tek başına Bersay’a verdi. Bu durumda profesyonelliğinden hiç kuşku duymadığımız Bersay’ın, ihaleden sonra partner olarak yanına bir reklam ajansı alması gerekmez miydi? (Benim tahminlerimin dışında, bu işin bir reklam ajansına ait olduğunu söylerlerse hepten düşüp bayılırım.)

Dünya para piyasalarından ve borsalarından haberi olan, ama dünyadan haberi olmayan müşteriden iş alındıktan sonra şöyle bir karara varılmış olmalı: “Yahu, zaten iletişim stratejisini biz belirliyoruz. Metinleri Ahmet yazar, afişleri Mehmet çizer, filmi de ‘post’ta çözeriz, bi de ‘guş gondurduk mu’, olur biter. Şimdi peşimize kuyruk takmaya ne gerek var?”

Ali Bey eski kelimeleri sever; burada reklamcı uzmanlığına yönelik bir “istiskal” vardır. Benim canımı sıkan ve Bersay’a yakıştıramadığım da bu olmuştur.

Günaydın Türkiye! Yeni paran hayırlı olsun Türkiye! Teşekkürler Türkiye!