13 Nisan 2006 Perşembe

| Reklam yapmaya başlamadan önce yapılacak o kadar çoooooooook şey var ki!

Bu yazıya meşhur dizi repliğiyle başlıyorum: “Aman Tanrım!”

O filmi bu gece gördüm. (Soldaki fotoğraf filmden bir kare değil... Benim, filmi gördükten sonraki halimi temsil ediyor!) İyi ki blog diye bir şey var, taze taze yazıyorum. Yoksa ertesi gün iş arkadaşlarımla “Yaa, gördünüz mü? Dün gece televizyonda bir reklam filmine rastladım...” diye başlayan bir muhabbete girişmekten başka bir şey yapamazdım.

Gece... Yatak odası... Karı koca yatakta uykudalar. Kadın birden “Kemaaal... Kemal Kükrer... Kemaaal... Aaaaa, nasıl bi'şeysin sen yaaa! Her şeyimsin. Kemaaal... İyi ki hayatımdasın. Canım benim!” diye histerik bir biçimde sayıklayıp duruyor. Tabii bu yüksek sesli sayıklamalar karşısında koca uyanıyor, karısının, yabancı bir erkeğin adını sayıklamasına elbette ve tabiatıyla fena halde bozuluyor. Kocada bir panik, bir panik... Kocanın, ağzından tükürükler saçarak “Kemal Kükrer kim lan?! Kemal Kükrer kim?” haykırışları arasında bir kamera hareketiyle kadra birkaç Kemal Kükrer markalı sirke şişesi giriyor. Şişeler, yatak odasında tuvalet masasının üstünde mi duruyor ne? Bu arada kocanın adı da Yaşar... Bu addan bir anlam çıkarmalı mıyız, bunu bilmiyorum. Erkeklerden biri Kükrer, biri Yaşar yani!

Ve son söz, hem de kafiyeli: “Mutfakta son sözü o söyler... Kemal Kükrer.” Oh be! Bu dış sesi herhalde Yaşar da duyup rahatlamıştır. Biz de ne sanmıştık? Hay Allah iyiliğinizi versin! Meğer Kemal Kükrer, sadece mutfakta “son söz”ü söyleyen adammış. Yatak odasında son sözü söyleme işi yine Yaşar’da yani! (Gerçi Yaşar’da hiç son söz söyleyecek bir tip yok ama!)

Yaşar‘ı ve yatak odasını geçtik, mutfakta Kemal Kükrer’i gören Ahmetler, Hüseyinler, Mustafalar, Hilmiler, yani bilumum delikanlı kocalar mazallah nasıl kükrerler kim bilir?

Galiba ilk sözü Fersan söylemişti de, ellerinde üzüm tutan çift aslan amblemli Kemal Kükrer buna bozulup kükreyerek son sözü söyleyiveriyor. Yakında dört Anadolu kaplanı çıkıp “En son sözü biz söyleriz!” diye kükrerse şaşırmayalım.

Vallahi, yazık oluyor. Hele bu ürün, şirketin sitesinde yazıldığı gibi “Yıl 1915... Kemal Kükrer iki adet iki tonluk meşe fıçıyla işe başladı... Ve Türkiye’nin ilk natürel sirkesini üretti.” iddiasına sahipse, yani gerçekten iyi bir ürünse daha da yazık! Bir şirket, ürününü bu ölçüde çamura batıran bir reklam yaparak kendi parasıyla yayınlayıp rakiplerinin ekmeğine yağ sürer mi?

İyi veya kötü, doğru veya yanlış, bir reklam kanalları ve noktaları bir biçimde harekete geçirir. Bu satış kıpırdanmaları sakın ha, yanıltmasın. Hani reklamlardan sonra fındık satışlarımız %30 arttı, %50 patladı efsaneleri gibi... Bizim toptancımız, perakendecimiz de uyanık olduğu için “Malın reklamı yapılıyor, aman biz geri kalmayalım, birkaç koli alalım.” psikolojisiyle hareket eder. Tabii asıl tüketicide bir kıpırdanma olmadığı için sonrası fıss!

Reklam yapmaya başlamadan önce çok şey yapılması gerekiyor. Apayrı bir yazı konusu... Hatta bu bloğun birçok yazısında zaman zaman bu konuyla ilgili ipuçları veriliyor. Daha da yazacağız.

“Yaa abi, artık bizim de reklam yapmamız lazım. Bak, satış teşkilatı da sıkıştırıyor. Çocuklar sahada zorlanıyorlar. Zaten falanca da yapıyor.” gibi konuşmalar arasında alınan “reklam yapma” kararları sonucu reklam ajansları aranmaya başlanıyor. “Adam bir filme şu kadar para istiyor yahu, kazıklayacak enayi bulamadı galiba!” tepkilerinden “Reklam ajansı bir de komisyon istiyormuş, niye ki?” şaşkınlıkları arasında eş dost aracılığıyla başka seçenekler de ortaya çıkar: “Reklam ajansına niye para kaptıracaksın ki? Onlar da gidip filmi başkasına yaptırıyorlar. Ben seni bir yönetmenle tanıştırayım. O görür senin işini!” Ya da, “Benim Falanca TV’de kameraman arkadaşımın bir arkadaşı reklamcı var. Vallahi çocuk bir sürü artisti falan da tanıyor, çevresi çok geniş, ucuza oynatır.” gibi zekice tavsiyeler sonucu bir tercihte karar kılınıyor. Eşin, çoluk çocuğun, komşunun, amcaoğlunun, muhasebe elemanlarının fokus grup üyeleri olarak kullanıldığı, “ilk kez reklam yapma mürüvveti ve heyecanı”yla sapla samanın iyice birbirine karıştırıldığı süreci hiç anlatmayalım. Gerçekten yoruluruz.

Zorunluluktan ben de kullandım, ama şu “reklam yapma” deyimini öncelikle ve kesinlikle lügatimizden çıkarmamız gerekiyor galiba. “Reklam yapmayacağız da ne yapacağız?” sorusu kafaya dank edince “öncelikle ne yapılacağı” ile ilgili hayati cevapları bulmak mecburiyetinde kalırız da, belki işler şirazesine oturur.

Şimdi bütün şimşekler Kemal Kükrer üzerinde toplanmasın. Bakın daha neler var? Şimdilerde Bahariye’nin de (Hey gidi Bahariye!) arkadan takıldığı bazı halı reklamları, “Mayd in Gayseri Şahin Sucuk”, “Yaşar İpek ve penceresi kapısıyla Kebanpen’dir vay vay, o bir dünya (a kısa okunacak) markasıdır Kebanpen’dir vay vay!”, “Saray Pen”, “Eraslan Güneş Enerji Sistemleri”, “Misbis Jupiter’in çekim gücü”, “Pensa”, “Makel elektrik armatürleri”, “Galite deyince (İtalyan) Gassati”, “arada bir tek tük görünen bazı tuhaf çay reklamları” ve “doğum sancıları çeken Sultan Sucuk”...

Benim şimdilik görüp de hatırladıklarım bunlar. Siz de katkıda bulunabilirsiniz, çünkü bu reklamları ayırt etmemeniz mümkün değil. Kendilerini hemen belli eder ve “Hadi reklam yapalım abi!” kararının bir sonucu olduğunu bas bas bağırırlar.

OKUMA PARÇASI:
Mantık bu mu yani? | Gecce


Edit [ 16 NİSAN 2006 ]

Kemal Kükrer’in kükrediği başka reklam filmleri de varmış meğer! Yeni gördüm. Bu kez sadece küçük dilimi yutmadım, büyük dilimi de sindirmek üzereyim.

Edit [ 5 MAYIS 2006 ]

2 Mayıs 2006 tarihli Milliyet Pazar’da İdrak Yolları üstbaşlığıyla yazan Tuba Akyol Hanım’ın yorumunu buraya alıyorum:

Son sözü o söyler: Ouughh!

En son şu Kemal Kükrer reklamlarını izledim de...

Ne ayol bu?

“Kemal Kükrer 50 yıldır hayatımda”, “Eee rahmetli kocan?”, “O da seviyordu. Kemal Kükrer'in her şeyi zevk veriyor...”

Vay be!

İsme bakar mısınız: Kükrer. Ouughh!

Sirke miymiş, sosları da mı varmış, her ne ise... Bu reklam marka bilinirliğini artırır muhakkak, fakat satışları artırır mı, düşürür mü, orası şimdilik belirsiz.

Kadınlar bakkala gidip Kemal Kükrer alacak, sonra da çapkın çapkın “Ben de faydalanmak istiyorum bu Kemal Kükrer'den...” mi diyecek?

Desinler.

Derlerse... Böyle bir reklamın satışları artırdığı ortaya çıkarsa eğer, bizi yıllardır “geleneksel, muhafazakar Türk aile yapısı” masalıyla yiyenlere, Kemal Kükrer'in acı sosunu önereceğim -yiyin bizi bakalım, nereye kadar!