30 Mart 2008 Pazar

| Nasıl dağdaki çobanın oyu seninkiyle eşitse, senin oyun da benimkiyle eşit Sevgili Aysun! N’apalım, demokrasi böyle bi’şey...

Hayır hayır, kendimi senden üstün gördüğüm yok, ama bir iletişimci olarak herhalde bu meselelere senden daha fazla kafa yormak zorunda olduğum, hatta iyi kötü kafa yorduğum inkar edilemez. Bu bakımdan yani... [FOTOĞRAF: VLADIMIR LESTROYOV]


Bu, daha çok kifayetsiz profesörlerin sığınağı olan bir görüş (Hani, dağdaki çobanla profesörün oyu meselesi...) olmasına rağmen, oyların katsayı sistemine bağlandığı, literatüre girmiş bir demokrasi anlayışına rastlamadım. Demek ki pek ciddiye alan olmamış. Ama bundan iki üç bin yıl önce Atina demokrasisinde site sakinlerinin sadece %10’unun oy kullanabildiğini biliyoruz. Bunu duymak hiç hoşuna gitmeyecek ama, oy kullanamayan gruplar arasında kadınlar da vardı. Bir zamanlar egemen erkek kültürü tarafından “ayak takımı” olarak görülen kadınların oy kullanma haklarını elde etmelerinin üzerinden en fazla yüz yıl geçtiğini de biliyoruz. Yani iş şirazesinden kayarsa kimi vuracağı belli olmaz! Mesela ortaya, cahillerin ve “ayak takımı”nın daha saf ve kirlenmemiş bir zihne sahip olduğunu, bu nedenle sadece onların oyunun demokrasi için daha sağlıklı sonuçlar doğuracağını iddia edenler bile çıkabilir.

Demokratik elitizm de sonuçta bir öneridir, ama ne yazık ki o elit/elitist oligarşi içine seni de, beni de almazlar, çırak çıkarız. Yine de en iyisi, her ileri demokraside olduğu gibi oyların eşitliğini kabul etmek...

Alfred E. Smith: “Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir.” der.