16 Şubat 2008 Cumartesi

| “Bizler sosyal ağlarımızı oluşturuyoruz ve sonra sosyal ağlarımız bizi şekillendiriyor.”

Bazıları bağlantılı doğar, bazıları bağlantılar kurmayı başarır, diğerlerinin ise hâlâ bağlanmış olmadıkları için kendilerine güveni yoktur. Herkes sosyal ağlarla birbirine bağlanmıştır. Her bir birey başka bir kişinin sosyal ağında bir düğüm ya da merkez olarak bulunmaktadır. Yaşantımızın kalitesinin büyük bir kısmı sosyal ağlarımızın kalitesinden etkilenmektedir. Yaşam standardımız, sosyal ağlarımızın standardına bağlıdır. Marshall McLuhan’ın Küresel Köy isimli kitabındaki dediklerini uyarlarsak “Bizler sosyal ağlarımızı oluşturuyoruz ve sonra sosyal ağlarımız bizi şekillendiriyor.” [FOTOĞRAFLAR: CHEMA MADOZ]


Sosyal ağların yaşamdaki önemini ifade eden yukarıdaki paragraf, Strategy Business dergisinde yayımlanan “Network Theory’s New Math” isimli makaleden alıntılanmıştır. Ben ise bunu, size biraz sonra aktaracağım bir makaleden alıntıladığım için alıntının alıntısı oldu.

Söz konusu makalede de yer aldığı gibi McLuhan, toplumu değiştiren önemli buluşlara dair çağları; insanların konuşmayı öğrendiği ve yazının bulunmasına kadar geçen oral çağ, matbaanın bulunmasıyla başlayan görsel çağ ve elektronik basının icadıyla başlayan hem oral hem işitsel hem de görsel çağ olmak üzere üç evrede inceler. Ne yazık ki kendisi dijital çağa yetişememiş, ama bu çağla ilgili bazı öngörülerde bulunmuştur.

Bildiğiniz gibi İnternet, özellikle Web 2.0’a kadar kendinden önceki mecraları bir şekilde taklit etmiş, yukarıdan, tek yanlı ve asimetrik iletişim ortamı olarak gündemimize girmiştir. İnternet’in icadı ne kadar devrim niteliği taşıyorsa, onun, Web 2.0’la birlikte gerçekten etkileşimli, eşdüzeyli ve simetrik bir iletişim ortamına dönüşmesi de aynı ölçüde devrim niteliği taşımaktadır.

Sanal ortam; kitap, gazete, radyo ve televizyon gibi ortamlardan farklı olarak, bizim dışımızda değil, bizi içine alan bir ortam... Aslında bu yönüyle daha da büyük bir devrim olma niteliğini fazlasıyla hakediyor. İnternet, coğrafi sınırları ve zaman kısıtlarını ortadan kaldırmasına, içindeki sınırsız renkliliğe ve işitsel, görsel ve oral imkanlarına rağmen, pazaryerleri, mabetler, hamamlar, kıraathaneler, düğünler, bağbozumu şenlikleri, arastalar vb. gibi geleneksel ortamlarla bir yanıyla benzerlik gösteriyor. Geleneksel ortamlarda da insanlar, aynen sanal ortamda olduğu gibi, hem ortamın bizzat içinde bulunuyor hem de birbirleriyle etkileşimli, eşdüzeyli ve simetrik iletişim imkanlarını yaşıyor durumunda değiller miydi?


Ben, konuyla ilgili taşıdığım birkaç düşünce kırıntısını aktarmaya son vererek, sözü bilim insanlarına bırakayım. Çünkü, üzerinde çok çalışılması gereken bu devrimi izah etme işinin altından ancak bilim kalkar.

Tabii ki bu konu üzerine araştırma ve incelemeler yapılıyor, çok fazla kitap ve makale yayımlanıyor. Ben sizi, sağolsun, yazdıklarından beni her zaman haberdar etme inceliğini gösteren Yrd. Doç. Dr. Ferah Onat’ın, mesleki olarak da bizi ilgilendiren iki makalesiyle buluşturacağım. Bunlardan biri Yaşar Üniversitesi öğretim görevlileri Dr. Özlem Alikılıç ve Yrd. Doç. Dr. Ferah Onat’ın birlikte çalıştıkları “Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Kurumsal Bloglar” isimli makaleleri... Yine iki hocanın daha yakın tarihli makaleleleri ise “Sosyal Ağ Sitelerinin Reklam ve Halkla İlişkiler Ortamları Olarak Değerlendirilmesi” başlığını taşıyor.

Yukarıdaki benim kırıntılara gelince... Bir bilim insanı o görüşleri destekleyene kadar fazla itibar etmeyin!