Türkiye’nin turizm tanıtımlarıyla ilişkilendirerek Türkiye markası üzerine bir kaç yazı yazmıştım. Bunlardan ilki “Marka adı Törökország!”, bir başkası da “Kes yapıştır, tak takıştır, Türk turizmini yatıştır!” başlıklı yazılardı. Birkaç gün önce Taraf gazetesinde Gökhan Özgün’ün “Tarafsız marka konferansı” yazısını okuduktan sonra ben bu kadar laf kalabalığını niye yapmışım diye kendimden utandım. Özgün, öylesine vurucu ve isabetli cümlelerle mevzuya girmiş ki, eski tabirle, hadisenin “künh”ünü çatlatmış.
“Bir ülkenin marka değeri, oradaki emeğin bir çarpanıdır. Bir İsveçli bir sabah işine gider, akşam işinden çıktığında aynı süre çalışan Türk’ten 10 misli daha fazla üretmiştir. 10 misli daha fazla ‘değer’ yaratmıştır. İşte bu katma değerin önemli bir kısmı, o ülkenin ‘marka’ değeridir.” diyen Özgün, yazısında okuduğunuz/okuyacağınız “karakter” tespitinin ardından başlıktaki can alıcı soruyu soruyor: “İfadesizliğin erdem olduğu bir ülkenin sattığı bir ruju hangi kadın alır?”
Resmi çizdikten sonra da şöyle devam ediyor: “Bunlar bana vahiy yoluyla inmiş şeyler değil. Bunları, Türkiye’de zekâlarıyla tanınan reklamcılarımız ve kendini ilk fırsatta ‘dünya vatandaşı’ hissediveren reklamverenimiz gayet iyi bilir. Âlâsını bilir. Ama hiçbir zaman oturup özgürlükle, demokrasiyle marka arasındaki ilişkiyi konuşmazlar. Bu sözde manevi kavramların aslında nasıl bir maddi zenginlik olduğunu bir türlü tartışmazlar.”
Haklı. Ama “Hiçbir zaman oturup özgürlükle, demokrasiyle marka arasındaki ilişkiyi konuşmazlar.” ithamından en azından kendimi kurtardığımı söylemeliyim.
Geçen yıllarda (aylarda) pazarlamanın demokratikleştirici bir güç olduğunu yazdığım gibi “Serbest pazar, sadece malların değil, düşünce ve duyguların da serbest dolaşımda olduğu pazardır.” diyen de bendim. “Çoğulcu pazarlama”dan ve “üretişim”den dem vuran da! “Goebbels’in ruhu yakamızı bırakmıyor bir türlü!” dediğimde ise birçok kişiyi kızdırdım. Ayrıca “soft power”ın konuyla ilgisiz olduğu da söylenemez herhalde!
Daha başkaları da var, ama yalnızca bunlar ve bağlantılarıyla birlikte epeyce bir külliyat oluşur. Uzatmayalım ve tekrarlayalım: Demokrasinin olmadığı yerde gerçek anlamda pazarlama da yoktur.
Yani, ne kaa demokrasi, o kaa marka!
Güncelleme [ 26 KASIM 2008, ÇARŞAMBA ]
Perihan Mağden de, “Esracengiz Türk Kapitalistleri” başlıklı dünkü yazısında “Ne kadar demokrasi: O kadar şirket değeri” demiş.