29 Ocak 2006 Pazar

| Blonde bride aman... Aman aman!

Daha önce de yazdığım gibi, aslında yerli reklamlarla ilgili kritikler yapmayı pek istemiyorum. Fakat anlaşılan, bazı reklamlar, burada açıklamaya çalıştığım düşünce ve görüşler açısından çok ciddi “vaka analizleri” oluşturduğu için değinmeden geçmek mümkün olmayacak. Üzerinde durduğum reklam filmleri veya reklam kampanyalarını, tek başına bir eleştiri olsun diye değil, asıl o reklamların arka planlarındakileri görerek işimize yarayacak sonuçlar elde etmek amacıyla irdelediğimi bilmelisiniz. Nitekim Kotex’le ilgili olumlu eleştirilerimi de bu amaçla yaptım. Hakan Plastik’in Silenta reklamı da bunlardan biri... Dokunmadan geçemeyeceğim.


Reklamın dikkat çektiğini söylemeliyiz. Hakkında, reklamdan genelde pek bir şey anlaşılamadığı, mesajını iletemediği yönünde eleştiriler oldu. Doğrusu buna çok katılamıyorum, çünkü filmin mesajı çok açık; bu boru ses geçirmez. Tabii bu mesaj, tüketici yararı açısından ne anlama geliyor, çok bilmiyorum. Evet, sifon sesi diye bir şey var, ama kullandığımız diğer boruların ses geçirip geçirmediğinin farkında bile değilim. Filmin “pek anlaşılamadığı” yönündeki eleştirilerin, mesajın anlaşılamamasından çok, filmin anlaşılamasından kaynaklandığını sanıyorum. Yani bu gayretin arkasında acaba anlamadığımız, kaçırdığımız bir şey mi var kuşkusu...


Ben filmi şöyle okudum: Herhalde Türkiye dışında bir yerlerde bir inşaat... Müteahhidin Türk olma ihtimali yüksek. Türk işçiler çalıştırıyor. Gökdelen inşaatının bilmem kaçıncı katında üç işçi (diğerleri de Türk olmalı) bir istirahat anındalar. Sabah kahvaltısı mı, akşam yemeği mi, pek anlayamadım. Gökyüzünün durumu öğlen olmadığını söylüyor. İçlerinden birine telefon geliyor. Tabii aylardır orada çalıştığı için, işçimiz (hatta hepsi) İngilizce’yi su gibi sökmüş, telefonda Türk gibi de olsa İngilizce konuşuyor. Konuşmalardan anlıyoruz ki, gelen telefon gurbet ellerde çalışırken “ayarladığı”, muhtemelen bir banliyödeki markette kasiyerlik yapan manitasından... Kız herhalde konuşma olsun diye bilmiyormuş gibi “N’apıyorsun?” diye soruyor. İşçi de uzun uzun anlatıyor: “Sessiz boru döşüyoruz.” Tabii bu arada özellikle erkek seyirciler olarak zinde ve uyanık durmamızı, dikkatimizin dağılmamasını sağlayacak biçimde “Bugün yeni bir boru sistemi döşedik!”ten başlayarak “İçinden neler geçiyor, ama ses etmiyor! Tıpkı benim gibi, değil mi?”, “Tamam aşkım, öptüm... Her santimetrekareni!” cinsinden repliklerle belden aşağı erkek kültürünün tüm “kakara kikiri”lerine mazhar olacak “erotizm” de ihmal edilmiyor. Bu arada işçi “Döşedik!” derken eline aldığı bir boruyu ekrandan burnumuzun içine doğru döşemeyi de unutmuyor. İşçimizin konuştuğu cep telefonunun da sıradan bir cep telefonu olmadığını, aslında yurt dışındayken e-maillerine baktığı, Word ve Excel dosyalarını incelediği, MSN ve Explorer’la sürekli “online” kaldığı, hatta blog sitesini güncellediği bir PDA olduğunu anlıyor ve cep bilgisayaranının “desktop”ını manitasıyla birlikte bir fotoğrafının süslediğini görüyoruz. Bu konuşmalardan da öğreniyoruz ki, işçiler o inşaata Silenta ses geçirmeyen borularını döşüyorlar. Tabii bütün konuşma altyazı olarak Türkçe veriliyor, yoksa ben nereden anlayacağım. Sonra gevrete gevrete ve şuh bir tonlamayla dış sesimiz (voice over) Silenta ve Hakan Plastik logoları eşliğinde devreye giriyor: “Türkiye’ninn ilk ses geçirmeyennn boruh sistemih Silentah... Hakann Plastik’tennn... Güleh güleh kullann Türkiyeh!” Ve post pack-shout: İşçimiz inşaat duvarına yaslanmış yanık yanık Sarı Gelin türküsünü söylüyor. Herhalde buradan kızın “sarışın bir yabancı” olduğunu iyice anlamamız bekleniyor. Dış ses İngilizce’ye çevrilmemişti, ama burada atlanmıyor. Altta bu kez çeviri tabii ki İngilizce’ye... “Blonde bride aman!”


Bazı küçük takılmalarıma bakmayın; bence yönetmen Umur Turagay işini gayet güzel yapmış. Belki senaryoya belli ölçüde katkıları da olmuştur. Görüntü yönetimi ve oyunculuklar da başarılı. Bütçe bilgilerine sahip olmadan bir yönetmenden daha fazlasını beklemek haksızlık olur. Zaten bundan sonra aktaracağım sorunlar yönetmenden bekleyeceğimiz şeylerle ilgili de değil. Peki sorunlar neler?

1.
Reklamverenin “Bir reklam yapacak param olsun, şöyle komik, herkesin güldüğü bir reklam yapacağım.” psikolojisinin tatmini için çaba gösterildiğini sanıyorum. İddia edemiyorum, ancak her potansiyel reklamverenin hayallerini süsleyen, hatta “reklam budur” sandığı bir tarz olduğu için kuşku duydum, o kadar. Burayı geçelim.
2.
“Mesaj anlaşılmıyor.” eleştirilerine çok katılmıyorum, ama film drama yapısı itibariyle gereksiz çok soru üretiyor ve bu soruların cevabını bulmak için izleyiciyi yoruyor. “İşçiler nerede, adam niye İngilizce konuşuyor, niye sarı gelin türküsünü söylüyor, boru sesi nasıl geçirmiyor?” gibi cevap bulmak için az da olsa zihinsel faaliyet gerektiren sorular...
3.
Tamam, film mizahi, belli ölçüde de absürd bir temel üzerine inşa edilmiş, izledik ve güldük. İyi de, artık dış seste öyle abartmaya, kasmaya ve gevretmeye ne gerek var ki? Artık, ciddileş ki biz de ciddi ciddi dinleyip işi öğrenelim.
4.
Türk erkekleri başka erkekler yanında sevgilileriyle böyle konuşmazlar, ama buna da çok fazla takılmıyorum. Film işte!


5.
En kritik durum... Şimdi bu filme imzasını atan marka kim? Silenta mı, yoksa Hakan Plastik mi? Eğer bir marka-alt marka ilişkisi söz konusuysa bu iki markanın ast-üst ilişkisi içinde birbirinden ayrılmaması, tek marka gibi sunulması gerekirdi, “Hakan Plastik Silenta” şeklinde... Eğer marka Silenta, üretici firma Hakan Plastik’se (“Hakan Plastik’ten...” ibaresi öyle düşündürtüyor.) o ne kadar iri ve etkili bir üretici firma bilgisi öyle... Ve Hakan Plastik’in yanında biraz mahcup kalmış bir Silenta... Ciddi bir kararsızlık, hiyerarşik yapıyı çözememe gibi bir durum söz konusu... Sanki "Hakan Plastik üst marka mı olsa acaba, çünkü başka boru markalarımız da olacak, toparlar.” gibi bir düşünce varken diğer taraftan “Hakan Plastik’ten...” diyerek üretici firma pozisyonunu benimseme gibi bir kararsızlık... Üst marka olarak benimsendiğini varsayarsak bu durumda da marka adı ne kadar doğru? Tabaktan bardağa, mandaldan lazımlığa kadar binbir çeşit alet edevat üreten binlerce küçük plastik enjeksiyoncunun adı “plastik”le biterken, bundan ne kadar itibarlı bir marka yaratılabilir? “Silenta, ses geçirmeyen boru sistemi” gibi iddialı bir lafın önüne ya da arkasına, neresine gelirse gelsin, “Hakan Plastik” dendiğinde bütün algı tuzla buz olmuyor mu? Tabii bunu üreticinin görmesi mümkün değil, bu acı gerçeği biz söyleyeceğiz. Firmanın ilk kademe muhatapları olan “Abi, otuz gün daha vade, yüzde bilmem kaç daha indirim...” derdindeki toptancılar, müteahhitler falan da bunun yerine tam tersini söylerler, “Biz seni kırk yıldır Hakan Plastik diye tanırız, sen ne büyüksün be abi!” gibi laflar ederler. Ve de üretici firmanın yakın çevre gazının da katkısıyla “Filmde şöyle Hakan Plastik pek bi etkili olsun, iyi tanınalım. Çünkü biz bu memlekette daha çok boru döşüyeceğiz!” psikolojisi... Yanlış.
6.
“Güleh güleh kullann Türkiyeh!” İnsaf yani... Bu lafın cılkı çıkmadı mı halâ? Film yapılırken birçok kademeden, birçok akıllı adamın elinden geçer, hiç mi kimse söylemedi? “Bu laf filmin bütün havasını bozuyor.” diyen olmadı mı hiç? Sonra Sayın Hakan Plastik, sen ki dünyaya ses geçirmeyen boru sistemi döşeyen firmasın, Türkiye seni keser mi? Bari “Güle güle kullan dünya!” de! Eğer diğer muhataplar da benimle aynı duyguyu paylaşmıyorlarsa biraz kişisel olacak, ama böyle “Güle güle kullan Türkiye, günaydın Türkiye, iyi geceler Türkiye, yat Türkiye, kalk Türkiye, benim aziz milletim!” gibi toptancı seslenişlerden hiç hazzetmem. Sen kim oluyorsun da 70 milyon bireyi toplu muameleye tabi tutup tekil şahıs düzeyine indirgiyorsun? Bu tür bir seslenişe rağbet eden her markaya buradan sesleniyorum: Diğer muhataplar adına konuşamam, ama lütfen beni dışarıda tutun. “Güle güle kullan Türkiye, Selim hariç!” diyebilirsiniz mesela!


Yeni bir reklamveren olan Hakan Plastik’in canını sıkmak istemem, bunlar yapıcı eleştiriler olarak kabul edilmeli. Nitekim, birçok yeni reklamveren gibi ucuzluğa kaçıp uyduruk bir film yaptırmamış olması, gösterdiği iyi niyetli çaba ve ne kadar önemlidir bilmiyorum, ama ürün geliştirme ve farklılaşma yolunda attığı adım takdir edilmelidir ve önemlidir. Zaten bu nedenle bir miktar çene yormuş oldum. Mesela yılların reklamvereni Fırat Plastik’in “Her şeyi ben bilirim. Reklam ajansı katkısına falan da gerek yoktur. En etkili reklam filmlerini de ben kendi başıma yaparım.” düşüncesiyle (Bildiğimden değil, manzara öyle söylüyor.) ucuzun ucuzu yaptırdığı filmler gibi bir tercihte bulunmadığı içinse takdirden fazlası gerekir.

İletişim yatırımına başlamadan önce “ne”yin iletişimini yaptığınızı tekrar gözden geçirin. Tekrar tekrar!

İşin her santimetrekaresi düzgün olsun, mesele sadece bu. Kritik bir yerde yapılan hata bir çuval iniciri berbat edebilir çünkü. Aman.