18 Şubat 2009 Çarşamba

| Kuru fasulyenin tuzu!

Söze bir art direktör arkadaşımın yaşadığı bir deneyimi aktararak başlamak istiyorum. Arkadaşım bir bakliyat firmasının kataloğu için ürün çekimi yapmakta. Ürün söz konusu bakliyat ile hazırlanmış Türk mutfağına uygun yemekler. Örneğin bunlardan birisi kuru fasulye. Yemek resmi hemen, sıcağı sıcağına çekilemediğinde görüntü tüm gerçekliğini yitiriyor. Yemeğin üzerinde ince bir tabaka oluşuyor. Öte yandan yemeğin buharı ister istemez arzu edilen nitelikte bir çekime engel olan diğer bir unsur. [FOTOĞRAF: PORTAKAL AĞACI]

Saatlerce süren ve her seferinde aşçıların yeniden yemek ısıttıkları, süsledikleri tekrar ve tekrar her seferinde ayrı temiz bir tabak hazırlayıp servis yaptıkları bir ürün çekim serüveni. Arkadaşımın sözleriyle aktarıyorum.

“Tam her şeyin zamanlamasını doğru yapmıştık. Doğru bir ışık denenmiş, polaroid testi yapılmıştı. Yemek hemen hemen servis sıcaklığındaydı, aşçımız da zamanlamaya uymuştu. Etrafta bize engel olacak bir şey yoktu. Aşçı yemeği servis yapacak, ben de hemen kompozisyonu oluşturacaktım. Bu arada geçen zaman ise yemeğin buharı da olumsuz etkisini yitirecekti. Ve öyle de oldu. Tam fotoğrafçı arkadaşa ‘Evet, çekiyoruz!’ dedim, ki tam bu esnada aşçının feryadıyla irkildik: ‘Durun!’ Durduk. Aşçımız geldi ve çekimi yapılacak kuru fasülye tabağına biraz daha tuz ekledi. Biz bakakalmıştık. Meğer aşçımız içeride yaptığı yemeğin tuzuna bakmış ve tuzunun yeterli olmadığına karar vermiş ve panikle çekimden önce yemeğe tuzunu koymayı başarmıştı.

Ne dersiniz; orada yemeğe katılan tuz, oluşturulmaya çalışılan imajı olumlu mu, olumsuz mu etkiledi?

Hazır, yemekten bahsederken, bir de alanında oldukça iyi tanınan yetenekli bir aşçı arkadaşımın iyi bir yemeği nasıl anlattığını aktarayım size.

“Önce görüntü, çünkü önce gözünüzle yersiniz. Renkler uyumlu olmalı, parlak ve canlı olmalı, iştahınızı kışkırtmalı. Bir yemeğin görüntüsünden onun fazla mı piştiği yoksa çiğ mi kaldığını; ısıtılmış mı yoksa yeni bir yemek mi olduğu anlaşılır. Bu nedenle lezzeti ne olursa olsun, bir yemek öncelikle arzu edilen, beklenen lezzet kadar doğru fikir veren bir görünüme sahip olmalı. Bunun için yemeği iyi sunacak beyaz veya beyaza yakın bir ‘background’ oluşturacak tabak seçilir. Yemeğin parlak görünmesi için küçük yağ hileleri yapılır. Öte yandan tabak düzeni yemek yiyecek olan insanın açlık, yemek kültürü beklentileri gibi durumlara göre düzenlenir.”

Yemekten ve hazırlanışı ve sunuşundan çok bahsettik, çünkü bunlar bir reklam ürünü hazırlanırken güdülen kaygılara çok benziyor.

Bizler de hazırladığımız ürünlerde, yaptığımız tasarımlarda ürünün fabrikada üretilen fonksiyonel faydasının tüketicideki imgesini oluşturmaya ve anlamına katkıda bulunmaya; lezzetli üretilmiş bir ürünün bu lezzette görüntüsünü üretmeye çalışıyoruz. Yani lezzet ile ilgili, üzerinde ortaklaşılmış bilgiye ulaşmak ve bu bilgiyi ürünün lezzetinin ifadesinde kullanmak.

Örnek vermek gerekirse üzerinde ortaklaşılmış bilgilerden bir tanesi; yuvarlak formlara sahip tasarımların köşeli formlara göre daha çok sağlamlık duygusu verdiği şeklindedir. Tıpkı parlak bir yemeğin daha leziz görüneceği bilgisi gibi.

Hatta genel olarak grafik ve estetik iletişim konusunda pek bir bilgisi olmasa da insanlar şu tür bilgileri yaygın olarak kullanıyor. Kilo fazlası olanlar dikine çizgili giymeyi, koyu renkler özellikle siyah giysiler seçmeye özen gösteriyorlar. İyi etki bırakmak isteyenler ilk karşılaşma için kahverenginden uzak duruyorlar.

Ama çağlardan bugüne bize ulaşan görsel iletişimin bilgisi tabii ki bununla sınırlı değil. Ayrıca sözkonusu bilgiler sosyo-kültürel özelliklere göre de çok değişiyor. Ekonomik ve sosyokültürel yapıları itibariyle sınıflandırılmış, biribirinden farklı kesimlerin grafik ve estetik iletişim dili, algısı da elbette çok farklı olabiliyor.

Ulus, din, ırk farklılıkları da görsel algının çok başka başka olmasının nedenlerinden. Bu yüzden de biz anlamları tasarlarken ürünü tüketecek olan hedef kitlenin görsel beklenti ve düzeyiyle ilgili asgari bilgili olmak durumundayız.

Çünkü; çok bilinen deyişle “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmıyor.” Nedeni, kimsenin salyangoz satana bir itirazı ya da müeyyidesi olduğundan değil; nasıl servis yapılırsa yapılsın, salyangoz satın alacak müslüman sayısının hayli az olmasındandır.

A. UĞUR ALPARSLAN, MASSTE, 10. SAYI, MART 2001