6 Eylül 2008 Cumartesi

| Gazeteler ölüyor mu?

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gazete tirajlarında kısmi artışlar gözlenirken gelişmiş ülkelerde günlük hayatın hemen her alanına giren İnternet, gazetelerin tiraj kaybını iyice arttırdı. Bazı uzmanlar ABD’de bir nesil sonra gazetelerde yaşanacak olan kan kaybının büyük olacağına inanıyormuş. İnternet kullanımındaki artışla birlikte gazetelerdeki tiraj düşüşünün tüm ülkelere yayılacağını öngörmemek mümkün değil. Öyleyse şu sorunun tam yeri: Gazeteler ölüyor mu? [RESİMLER: SHOHEI]


Aslında ortada paradoksal bir durum da var; gazeteler, okur pastasını diğer haber sitelerine kaptırmamak için adım adım kendilerinin ölüm fermanını yazan kategoriye, yani internet gazeteceliğine de sıçramış durumdalar. Artık neredeyse her gazetenin bir İnternet versiyonu var. Öyle ki, bu sitelerin okur sayıları gazetelerin bayi tirajlarını bile aşmış durumda...

İnternet, hem bedava olması hem de ulaşım kolaylığı yanında habercilik hızı, sayfalarla sınırlı olmayan kapasite derinliği gibi farklı avantajlar da sunuyor gazetelere göre... Hatta öyle ki, artık internetin sunduğu hareketli görüntü imkanları televizyonları da tehdit ediyor.

Ürkütücü soruyu tekrarlayalım: Gazeteler ölüyor mu? Bu konuda rivayet muhtelif... Bir rivayet de benden olsun; ha bir eksik, ha bir fazla, ne fark eder? Tabii, bu rivayetlerin önemli bir kısmının tabutları çoktan cilalamayı başladıklarını da söyleyeyim. Yani ölür diyenlerin sayısı, yaşar diyenlerden fazla...

Gazeteler ölürse, evi boyarken yere ne sereceğimizi, taşınırken ince belli Paşabahçe çay bardaklarını neye sarmalayacağımızı, peynir ve domatesten oluşan kumanyamızı neyin üstünde yiyeceğimizi, barbeküyü neyle tutuşturacağımızı benim gibi kara kara düşünen birinin bu konudaki görüşlerini ne ölçüde nesnel kabul edersiniz, bilemem.

Televizyon icat olunca radyoyu ve sinemayı öylesine bir sarsmıştı, ama öldürememişti, değil mi? Gazeteler de, radyo icat oldu ölmedi, televizyon icat oldu ölmedi, peki internet icat oldu diye niye ölsün? Yoksa, çekirgenin üçüncü sıçrayış denemesi midir bu? Bir de, biliyorsunuz “mertlik” bozulana kadar ne silahlar icat olunmuştu, ama o, “tüfenk” icat olunca bozuldu. Çünkü “tüfenk”, çalışma prensibi ve işlevleri itibariyle kendinden önceki tüm silah çeşitlerine göre bir devrim niteliğindeydi. Şimdi internet de gazetelerin “tüfenk”i olmasın?


Bütün bu aksine sorulara rağmen ben, bahsi açıyor ve “Hayır, gazeteler ölmeyecek.” diyorum. (Tüm basın patronlarımızın yüreğine serin sular serpilmiştir herhalde! Zaten bende eski mecraların ölmesine razı olmama gibi bir ruh hali var. “Bir mecra olarak televizyonun geleceği”ni de okuyabilirsiniz, isterseniz.) Ancak, şartlarım var. Eğer bu şartlar yerine getirilmeyecek olursa kendimi bahsi kaybetmiş saymam, şimdiden söyleyeyim.

Öncelikle gazeteler, yeni çağın tehditleri karşısında kendini değiştirmek ve dönüştürmek zorundadır. Asparagas, tetikçilik, büyük sermayeyle ve devletle kirli ilişkiler, gizli ortaklıklar gibi “gazetecilik dışı” tüm faaliyetlere son vermek, işin başlangıç noktasını oluşturabilir, ama sadece küçük bir başlangıç...

Gazetelerin zaafları konusunda rekabeti çok kısaca inceleyelim: Gazeteler paralı, internet medyası bedavadır. Haber hızı hususunda gazetelerin haber siteleriyle yarışması mümkün değildir; en taze gazetede bile haberler en az dört beş saatlikken bu sitelerde her an kesintisiz olarak haber akmaktadır. İnternet medyasının gazeteler gibi sayfalarla sınırlı bir kapasitesi yoktur, neredeyse sınırsız ve derin bir kapasiteye sahiptir. Mesela hiçbir gazetede Ergenekon iddianamesinin tamamını tek seferde yayınlayamazsınız, ama internette kopyala-yapıştır yöntemiyle anında yayına sokarsınız. Gazetelerin hareketli görüntü yayınlama imkanı yoktur, oysa veri aktarma hız ve imkanlarının gelişmesiyle birlikte internet medyasının bu konuda önü her geçen gün daha da fazla açılmaktadır.

Peki, bunlarla rekabet etmek mümkün müdür? Hayır, değildir. Ancak, gazetelerin yaşamasının güvencesini oluşturan faktör, aslında tam da zaaflarında yatmaktadır. Yani, yiğit düştüğü yerden kalkabilecektir. Tabii düştüğü yeri, yepyeni bir paradigmayla yeniden inşa ve imar ederek... Albert Einstein’ın dediği gibi, fırsatlar zorlukların göbeğinde yatıyor. Gerçi, yine Einstein, “Hiçbir sorun o sorunu yaratan bilinç düzeyiyle çözülemez.” diyordu, ama yiğidin ayağa kalkması için öncelikle göstereceği irade önemlidir. Çözüm içeriden olmazsa, başka aktörler girer, yiğidi ayağa kaldırıverir.


Hadi şimdi şu zaafın içinden tavşanı çıkaralım.

Gazete bir fotoğraf karesi gibidir. Bir anın durağan fotoğrafı... İnternet medyası ise sinema gibi devingendir. 
Tam bu noktada Yrd. Doç. Dr. Ahmet İmançer’in “Fotoğraf ve Sanat İlişkileri” başlıklı makalesindeki “Sinema ve Fotoğrafın Metafizik Karşıtlıkları” başlığı altındaki karşılaştırmadan yararlanabiliriz:
1.
Fotoğraf, dış gerçekliğin dondurulmuş halidir, dış zamana göndermeler yapar. Sinema ise, kendi iç zamanına gönderme yapan devingen bir süreçtir. Sinemada sürecin içindeyiz.
2.
Her fotoğraf kendi öyküsünü saklar. Ama bir tek fotoğraftan yüzlerce öykü yaratabiliriz. Sinema ise kendi öyküsünü süreç içinde açıklar.
3.
Fotoğraf yakalar. Sinema ise ‘şimdi ve burada’yı ıskalar, an’ı asla yakalayamaz. Çünkü bir süreçtir.
4.
Fotoğraf ile nesnel bir ilişki kurulabilir. Bir nesne olarak fotoğraf ve karşısında onu görüp değerlendiren bir özne vardır. Sinema da ise özne sinematik zaman ve uzam içinde erir.

Şimdi bu dört maddeyi, “fotoğraf” sözcükleri yerine “gazete”yi, “sinema” sözcükleri yerine de “İnternet medyası”nı yerleştirerek yeniden okuyun. (Ayrıca bu karşılaştırmayı, gazete ve televizyon arasında da yapabilirsiniz.)

Şöyle özetleyebiliriz: Gazete, dış gerçekliğin dondurulmuş halidir, dış zamana göndermeler yapar. İnternet ise, kendi iç zamanına gönderme yapan devingen bir süreçtir. Gazete yakalar. İnternet medyası ise ‘şimdi ve burada’yı ıskalar, an’ı asla yakalayamaz, çünkü bir süreçtir. Gazete ile nesnel bir ilişki kurulabilir. (Burası çok önemli.) Bir nesne olarak gazete ve karşısında onu görüp değerlendiren bir özne vardır. İnternette ise özne, o zaman ve uzam içinde erir.

Gazeteler, internet ve televizyon karşısında, kendi zaafından kaynaklanan bu fırsatı değerlendirebilecek niteliksel dönüşümü sağlayabilirlerse hayatta kalma şansını yakalayabilirler. Çünkü insanın, gerçekten de bir fotoğraf karesiyle kurulan nesnel ilişkide olduğu gibi, dış gerçekliği bir “tefekkür” halinde yakalamaya ve onu sadece “dış gerçeklik” olarak değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu/olacağını düşünüyorum. Ardından sürüklenmek değil avuçlarının içine almak, izlemek değil düşünmek, koşmak değil oturmak, yalnızca görmek değil tutmak, sürecin mahkumu değil o anki gerçeğin hakimi olmak...

Gazetenin bir “tefekkür”, bir “derin öğrenme” mecrası olabilmesi elbette kolay değil. Gazetenin, doğası gereği o anın kadrajlanmış bir fotoğrafı olması yetmez, o fotoğrafın niteliksel yapısı, tutturduğu dili, sunduğu lezzeti, bilgiye ve daha önemlisi bilgeliklere açtığı pencereleri, grafik üslubu, içtenliği ve daha birçok özelliğiyle her gün tatmin edici bir “kare” olarak gelmeli önümüze...

Yoksa, gazetelerin hızlı habercilik yarışına girerek varlığını sürdürebilme şansı olduğuna artık kim inanır? Bu niteliksel dönüşümü ve paragima değişimini gerçekleştirmezlerse elbette ölürler.

Ne yapayım, o zaman ben de ince belli Paşabahçe çay bardaklarımı sarmalayacak başka bir şey bulurum herhalde... Medyanın ağırlıklı internet tarafında yer alan biri olarak bunu kendime daha fazla dert edemem!