11 Aralık 2005 Pazar

| “Helal”inden bir yazı: Yeşil pazarlama…

Türkiye’de ilginç bir laiklik uygulamasının olduğu kesin. “Bu, özgün bir laiklik uygulamasıdır, tabii her toplumun farklı yorumu olabilir.” falan gibi bazı savunmalara hak veresiniz varsa bile “ilginç” olma durumu ortadan kalkmaz.

Laiklik; kabaca, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve birbirlerinin alanlarına tecavüz etmemesi şeklinde tanımlansa da, Türkiye’de devlet-din ilişkilerinde, devletin biraz işine geldiği gibi davrandığı yanlış bir tesbit olmaz. Mesela organ nakli konusunda vatandaşın dini açıdan tereddütleri varsa, hemen Diyanet’e bir talimat geçilir, Türkiye’nin bütün camilerinde Cuma hutbelerinin konusu bu olur: Organ nakli, bırakın bir sakıncasının olmasını, “sevap”tır bile... “Ormanlarımızı korumak”tan “vergilerimizi ödeme”ye kadar devleti ilginlendiren birçok konuda devlet dinden bu ve buna benzer yöntemlerle istifade etmeye çalışırken, din devletten istifade etmeye kalktığında biraz gürültü olur.

Hükümetin “helal gıda sertifikası” girişimi de “dini hassasiyet”in devletten beklediği bir uygulama olarak görülebilir.

Laikliğe aykırılık durumu, hangi noktadan oluşuyor? Böyle bir standart olamaz mı? Olursa bu stantardı TSE mi, yani devlet mi belirlemeli? İtirazlar standarda mı, yoksa standardın devletçe belirlenmesine mi?

Bana kalsa temel sorun, benzer başka konularda da yaşandığı gibi hükümetteki partinin “din” konularında taraf olduğu ya da olabileceği kuşkusundan kaynaklanıyor. Bu nedenle de birçok sağduyulu insan bile, böyle bir uygulamanın “tüketici talebi” kapsamında değerlendirilebileceği gerçeğini göz ardı edebiliyor.

Büyük çoğunluğu kültürel anlamda da olsa müslüman kimliği taşıyan, bu çoğunluğun önemli bir bölümünün de hassasiyet göstereceği bir konuda standardın belirlenmesi ve bu standart doğrultusunda denetimlerin yapılması bana yanlış gelmiyor. İhracat imkanları ya da denetimlerin sağlıklı yapılıp yapılmayacağı konularını ise burada tartışmıyorum. "Güvenli gıda" konusunda bile yeterli denetimlerin yapılamadığı, hatta birçok gıda ürünün "sağlık" konusunda "helal"liğinin tartışmalı olduğu bir ortamda, konunun biraz teorik kaldığını kabul etmeliyim.

Peki, böyle bir uygulamanın, bu hassasiyeti göstermeyen bir kitle için zararı var mı? Bence hayır. Bu bir tanımdır, helal standartlarına uygun gıdayı tüketmeyi tercih etmeyecekler için de bir bilgi değeri taşıyor.

Tüketiciyi piramidin tepesine yerleştirenlerin de buna itiraz etmelerini doğrusu anlamıyorum.

Prof. Dr. İsmail Kaya’dan aynen alıntılıyorum: “İnsanlar gibi pazarlama da renk renk. Mesela, gri pazarlama, saçları ağarmış yaşlı müşterileri hedef alan pazarlamaya verilen isim. Siyah pazarlama, Afrika orijinli siyah derili müşterilere göre özelleştirilmiş pazarlamayı ifade ediyor. Bir de kahverengi pazarlama var, ten renkleri kahveye çalan İspanyol kökenli halklara yöneliyor. Sarı pazarlama Uzak Doğu’daki ırka mahsus. Etnik pazarlama da var. Yeşil pazarlama, bir yandan çevreci kuruluşları, çevreye saygılı ürünler üreten firmaları, bir yandan da Müslüman nüfusun belli hassasiyetlerine uygun davranan firmaları ve onların uygulamalarını ifade ediyor.” Belki de bu listeyi "vejeteryan pazarlama", "eşcinsel pazarlama", "feminen pazarlama" gibi çoğaltabiliriz.

Şimdi bu “yeşil pazarlama”nın laikliğe aykırı olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Bu mantıkla hareket edersek “etnik pazarlama”yı da bölücülük kapsamı içine almamız gerekmez mi?

Misvak özlü Colgate, HSBC’nin ve TEB’in faizsiz bankacılık uygulamaları pekala “yeşil pazarlama” kapsamı içinde değerlendirilmelidir.

Şuna inanabilirsiniz; “helal gıda sertifikası” eğer uygulama imkanı bulursa, bu "standart"a sahip olmak isteyecek ilk firmalar, “marketing”i ciddiye alan uluslararası firmalar olacaktır. Dünyada MacDonald’s pratiklerinde gördüğümüz gibi…

Aslında bu durum, dinin “dünyevi hayatı” belirlemesi ya da devleti kontrol etmesi anlamına falan gelmiyor, tam tersine “dünyevi pazarlama”nın dini hassasiyetleri nasıl dikkate alması gerektiği konusuna işaret ediyor. Yani "dini olan"ın "dünyevi olan"a tahakkümünden ziyade "dünyevi olan"ın "dini olan"dan yararlanması söz konusu...

Pazarda böyle bir hassasiyetin olup olmadığı konusuna gelince… Eğer olmasaydı et ürünlerinin üzerinde “İslami usullere göre kesilmiştir.” ya da bazı gıda ürünlerinde “Ürünlerimizde domuz yağı kullanılmamaktadır.” ibareleri yer almazdı. Şimdi bir kurumun (bu kurum hangisiyse), ilgili firmaya tüketici adına "Bakayım, senin etlerin İslami usullere göre kesiliyor mu?" ya da "Ürünlerinde domuz yağı olmadığını söylüyorsun, ama bak, bu ürünün içeriğinde domuz jölesi saptandı." demesinde ne sakınca var? Bu denetimin keyfi yapılmaması için de, elbette bir standart gerekiyor.

Daha önce "Bu ülkenin %99'u müslümandır." ifadesini yanlış bulanların (ki bunu bazı dayatmalara zemin oluşturmak için kullanmak gerçekten yanlıştır), şimdi "Burası Malezya değil ki, bu ülkenin %99'u müslümandır. Herkes üretimini ona göre yapıyor zaten!" demelerini de ikna edici bulamıyorum. Evet, gerçekten de tersi bir uygulamayla bazı ürünlerin etiketine "Domuz eti içermektedir." ibaresi konulmasının, sadece uyarıcı bilgilere yer verilmesinin yeterli olacağı düşünülebilir. Toplumun çoğunluğunun zımnen bu hassasiyeti zaten taşıdığını kabul edip verili bir duruma boyun eğmek, asıl o zaman "laiklik"e aykırılık oluşturmaz mı? Asıl o zaman bu %99'un "çoğunluk" tahakkümüne (ya da bu argümanı kullananlara) karşı daha güçsüz bir pozisyon doğmaz mı?

Eğer devlet, sadece İslami usullere göre üretime izin vermek biçiminde bir baskıya yönelirse, işte o zaman laikliğe aykırılıktan söz edilebilir. Veya başka inanç mensuplarının talep edecekleri standartlar konusundaki olumsuz bir yaklaşım da aynı sonucu doğurur.

Tabii dinlerin bakışları da önemli... Kabul etmeliyiz ki, gıda konusunda Kuran ve Tevrat'ın vazettiği kurallara göre, Hristiyanlık daha serbest bir tavır gösteriyor. Bu nedenle dini bütün Avrupalılar'ın bu yöndeki talepleriyle "bilimsel anlamda gıda standartları" arasında bir paralellik oluşuyor. Yani bu dindarlardan çok özel talepler gelmiyor.

"Helal gıda standardı"yla "bilimsel ve ölçülebilir" standartlar arasında belli uyum noktaları olabilir, "esas"tan baktığımızda ise bu talep "bilimsel" değildir. Ancak, pazarlamacılar çok iyi bilirler ki tüketici taleplerinin önemli bir bölümü de "rasyonel" değildir.

Tedirgin olacak bir durum yok. Bir firma "Ben tavuklarımı İslami usullere göre kesiyorum." diyor, "İnanmıyorsanız işte sertifkası..." Bu kadar. İçinde her "din" geçen konuyu yerli yersiz laiklik kapsamı içine sokmazsak, hükümetin gerçekten laikliğe aykırı uygulamaları olduğunda, bunlara karşı daha cesurca ve rasyonel zeminde direnebiliriz.

Böyle bir uygulamanın özellikle bir türlü ciddi gelişme gösteremeyen endüstriyel et sektörümüzü olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyorum. Hatta bu, yabancı girişimlerin de "%99'u müslüman" olan bir ülkede rahat hareket etmelerini sağlar. Bu ülkede, güvensizlikten dolayı kendi kesimini yapan insanlar bile var. Ne yapalım? "Ne halt ederse etsin yobazlar." mı diyelim? Diyenler olabilir, ama "pazar"ın içinde olan hiç kimse bunu diyemez.

Zaten, biz ülke olarak bu işi çözmezsek, yarın zor durumda kalan ihracatçı firmalarımızın, gidip Malezya, Singapur, Avustralya, Almanya, Tayland, Amerika gibi ülkelerin akreditasyon firma ya da konseylerinden "helal gıda sertifikası" almak zorunda kalmaları kaçınılmazdır. Biraz ayıp olmayacak mı?

Bu standardı devlet mi belirlesin, yoksa Museviler’in “koşer” sertifikasında olduğu gibi dini kurumlara mı bırakılsın? Devletin belirlemesinin “bize özgü” laiklik uygulamasına ters düşen bir tarafı yok, sanki diğeri “sakıncalı!”

Devletin "din"i de, "standartlar"ı da tekelinde bulundurması konusunu başkaları tartışsın.

Not: Şahin Tekgündüz'le bu konuyu kısa bir süre tartışmış, ama henüz sonuca bağlayamamıştık. Şimdi Şahin Abi bu yazıdan dolayı bana kızacak. Muhtemelen Atıf Hoca da... Ama onların argümanları doğrusu beni ikna etmedi. Rahat uyu Şahin Abi, laiklik (en azından bu mevzide) elden falan gitmiyor. Sen başka mevzileri kolla!

OKUMA PARÇALARI:
Helal Damgası | Derin Sular
Müslüman Standartları Enstitüsü | Ali Atıf Bir
Denetlemenin Yolu Var mı? | Oktay Ekşi
Market Zincirleri ve Gıda Firmaları | Anafikir