16 Ocak 2008 Çarşamba

| Huma kuşu yükseklerden seslenir

Daha önce de aktarmıştım; imaj, “algı”lanan bir nesnenin zihnimize yansıyan görüntüsü olmakla birlikte, daha önemlisi, herhangi bir uyarıcı olmaksızın da bilinçte oluşabilen bir şeydir. Yani imaj belli bir zamanla ve belli bir nesneyle sınırlı olmayan zihinsel bir tasarımdır.


Algı ise, belli bir zaman diliminde çevremizde bulunan nesnenin (ya da olayların) duyumlar yoluyla zihnimize yansımasıdır. Oysa imaj, nesnenin o an ve orada olmasını beklemez. İmaj, hiçbir zaman var olmamış ve var olmayacak bir nesnenin de bilincimizdeki tasarımı olabilir.

İmaj zaman içinde oluşan tasarımsal bir birikimdir, algı ise anlıktır. Aslında algı sistemimiz içinde yer alan gözümüze gelen görüntü yalnızca yükseklik ve genişlik ölçülerine sahiptir, yani iki boyutludur. Oysa biz nesneleri iki boyutlu görürüz, ama üç boyutlu algılarız. Mesela üç boyuta sahip kübik bir nesneyi üç boyutlu algılamamızı sağlayan şey, bu nesneyi daha önce başka açılardan, başka ışık altında ve başka mesafelerden görmemiz sonucu oluşan deneyimsel birikimdir. Yani parça parça algıları biriktirip birleştirir, sonra onu bütünsel bir “kübik” imaja dönüştürürüz.

Tabii, eğer “imaj, hiçbir zaman var olmamış ve var olmayacak bir nesnenin de bilincimizdeki tasarımı olabilir” diyorsak bu tasarımın da aslında nesnel gerçekliklerle ilgili algılarımızın birikmesiyle oluştuğunu kabul etmemiz gerekir.

Mesela Kaf Dağı’nın sakini, sürekli kendi küllerinden yeniden doğan Anka Kuşu (Phoenix, Huma kuşu, Zümrüdüanka, Simurg, Toğrul) öyle bir imajdır ki, hiçbir zaman var olmamış ve hiçbir zaman da var olmayacaktır. Ancak, onu zihnimizde var eden; güvercinler, martılar, kartallar, tavus kuşları, arslanlar, köpekler ve daha birçok şeyle ilgili algılarımızın yepyeni bir kombinasyonla yepyeni bir zihinsel tasarıma, yepyeni bir imaja dönüştürülmesinden başka bir şey değildir.

Huma kuşunun yükseklerden seslendiği Kaf Dağı ve yuvasını yaptığı Bilgi Ağacı, aslında bizim bilincimizdir.