Para ve Yunus Emre... Uygun düştü mü, bilemem, ama yeni paralardan birinin üstüne Yunus Emre’nin resmi konuldu ya, bu hafta ayrı ayrı iki arkadaştan aynı Yunus hikayesini dinledim farklı vesilelerle... Dün de “Yaşamdan Dakikalar” programında Sunay Akın anlatınca, bu kıssadan benim aldığım hisseyi aktarmayı daha fazla geciktirmek istemedim.
Tapduk Emre, Yunus’u dergahın odunculuğuna tayin eder. Yunus kırk yıl boyunca bu hizmette bulunduğu halde, bir kez olsun dergaha eğri ve yaş odun getirmez. Bunu farkeden Taptuk Emre bir gün Yunus’a: “Dağda hiç eğri odun kalmadı mı?” diye sorar. Yunus: “Dağda eğri odun çok, ancak senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz.” diye cevap verir.
Felsefenin üç bahsi olan “mantık”, “etik” ve “estetik”i işaret eden “üç selim formülü”nün, yani “akl-ı selim”, “kalb-i selim” ve “zevk-i selim”in, zıtlıklarıyla birlikte ifade edecek olursak “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” ve “güzel-çirkin”in, insanlığın en temel terazileri olarak iletişimin de birbirinden ayrılmaz temellerini oluşturduğunu yeri geldikçe yazıyorum.
Yunus Emre, Tapduk’un dergahında, erdemli bir insan olmanın, yani “iyilik”in yolunu ararken, aynı zamanda yaş olmayan odunla “akıl”a, eğri olmayan odunla “güzellik”e çağırmıyor mu bizi?
Ve bunların birbirinden ayrılamaz olduğu hissesi çıkmıyor mu bu kıssadan?