8 Ağustos 2010 Pazar

| “İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar!”

Bir okurdan blog yazılarımla ilgili bir eleştiri mesajı almış, bu eleştiriden sonra diğer okurların ne düşündüğünü merak ettiğim için ilgili mesajı isim belirtmeden burada yayımlamış, Firendfeed’de de paylaşmıştım. Öncelikle arkadaş(lar)a teşekkür etmeliyim, çünkü bu eleştiri, herhangi bir eleştiri olmaktan öte, belki benim yeterince farkında olmadığım bir değişimden söz ediyor ve “Eski Selim Tuncer’i benden aldınız!” diyerek bir kızgınlığı dile getiriyordu.


Cemil Meriç’in Bu Ülke adlı kitabında Kitap başlığı altında yer alan, daha önce bir vesileyle “Her kitapta kendimizi okuruz” başlıklı yazımda da alıntıladığım bazı paragrafları burada tekrar etmek istiyorum. Lütfen siz, “kitap” sözcüklerini “yazı” olarak okuyun. Diyor ki Meriç: “Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar.”

Eleştirilmek, şişenin açıldığına kanıttır, buna sevinmeliyim.

“Her kitapta kendimizi okuruz. Kendimizle yatarız her kadında. Kitaplar, kadınlar, şehirler, metruk kervansaraylar gibi boş. Onları dolduran senin kafan, senin gönlün.” diyen yine Cemil Meriç...

Söz konusu eleştiri, yukarıda da dediğim gibi, genel bir yazar ve yazı eleştirisi değil, yazılarımdaki değişimden yakınıyor: “Yazılarınızı beğenerek okuyordum. –dum diyorum çünkü özellikle son bir senedir giderek yazılarınız anlaşılması güç bir hale geldi. Anlatmak istediklerinizi artık çok daha büyük örneklerle, çok daha afili cümlelerle, çok daha karmaşık yazı düzenleriyle anlatıyorsunuz.”

Öyleyse öncelikle buradan başlamalıyım:
1.
Bir değişim olduğunu benim de fark etmemiş olmam mümkün değil, ama böyle ve bu boyutta algılanabileceğini düşünmedim.
2.
Eleştiri sahibine hızlıca şu cevabı vermiştim, onu da buraya taşıyayım: “Öncelikle ilgine teşekkür ederim. Bloğumu eskisi kadar sık güncelleyemiyorum, bu nedenle dergilerde yayımlanmış yazılarım ağırlık oluşturmaya başladı. Sendeki algının bir nedeni bu olabilir. İkincisi de şu... Evet, güncel konulara ve özellikle reklam eleştirilerine fazla giremiyorum. Nedeni benim de şu anda fiilen reklamcılık yapıyor olmam. Bu durum meslektaşlarım nezdinde yanlış anlamalara neden olabiliyor. Ancak, bu değişimin belki başka gerekçeleri de vardır, üzerinde düşüneceğim.”
3.
Evet, bloğumun yaklaşık beş yıllık macerasını şöyle bir incelediğimde, arkadaşın haklı olduğu görülüyor. Ancak bunun nedeni radikal bir değişim değil, yazıların dağılımındaki dengede oluşan bir kayma... Bunun nedeni ise, sadece dergi yazıları değil, bloğu sık güncelleyemememden kaynaklanan bir dengesizlik... Yani blogda, eskiden de arkadaşın ilgi ve beğenisine hitap etmediğini düşündüğüm konuları içeren yazılar var, ancak bunlar çoğunlukla daha güncel konulu yazıların arasında yer alıyor. Şimdilerde ise bunların sıklıkla art arda geldiğini görebiliyoruz.
4.
Beş yılda elbette bazı değişimler olacaktır. Nitekim eleştiri sahibinin ve bu eleştiriye destek verenlerin değişmediğini söyleyebilir miyiz? Belki de eksen kayması karşılıklıdır.
5.
Özetle, asıl değişim algılamasının, bloğun eskisi kadar sık güncellenememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu tespitime katılmayanlar da olabilir tabii...
*
Bunun dışındaki en önemli eleştiri, yazıların çoğunlukla blog mantığına uygun olmadığı şeklinde... İşte, lütfen bunu kimse beklemesin benden... Evet, teknik olarak bir blogda yazıyorum, ama bir ‘blogger’ değilim. Bunu geçmişte de zaman zaman ifade ettim. Ben, kimi gurular gibi yılda bir iki kitap yazan, bunun yanında da değişik nedenlerle “blog tutan” biri değilim. Bir iki meslek dergisi yanında, olan biten bütün yazı faaliyetim bu blogda gerçekleşiyor. Kimi yazılar blog ‘post’u niteliği taşısa bile, yazılarımın çoğunluğu deneme mahiyetindedir. Buna hep birlikte razı olmak durumundayız.
*
“Bu kadar tepki göstermemin sebebi, bir süre yazı yazmış herkesin aşağı yukarı sizinle aynı yolu tercih etmesi. Yazabiliyorsunuz diye daha da karışık mantıklar kurarak yazmaya başlıyorsunuz. Unutmayın, siz yazabildiğiniz kadar değil, okuyucularınızın anlayabildiği kadarsınız.”

Bu eleştiri paragrafının ilk bölümündeki iddiayı kendi adıma kabul etmem mümkün değil. Ayrıca, “bir süre yazı yazmış herkesin, yazabiliyor diye, gittikçe daha karmaşık mantıklar kurarak yazmaya başladığı”yla ilgili objektif bir gözlemim de yok. Ancak, son cümle dosdoğru bir gerçeği ifade ediyor.

Yazar ve okur ilişkisi genel iletişim sistematiğinin dışında değerlendirilemez. Yazının anlaşılabilirliği yazar ve okur arasındaki “ortak deneyim alanı”nın genişliğiyle orantılıdır. Bu, kullanılan sözcüklerle de sınırlı bir husus değildir. Okurun temaya ilgisi ve bu tema konusundaki ön bilgisi hem yazıya olan ilgisini hem de doğal olarak anlaşılırlığı arttırır. Ortak bir subasman olmadan zihinsel bin inşa faaliyeti gerçekleşemez. Nitekim, herkes gibi ben de birçok kitaba ve yazıya ilgi duymayabiliyor, ilgi duysam bile okuduğumu anlayamayabiliyorum. Bu bir eksiklik değil, sadece ilgi ve özel bir deneyim meselesidir.

İşte böyle... İlgili eleştiri sahibine, blogda ve Friendfeed paylaşımında görüş bildiren herkese çok teşekkür ederim.