“İnternet cesaret işidir!” başlıklı yazımda, “İnternet, geleneksel dünyanın yukarıdan aşağıya ve tek yönlü ‘iletim’ ortamının aksine, çok yönlü, etkileşimli, demokratik ve eşdüzeyli ‘iletişim’ imkanı sağlar.” demiştim.
Peki, insanlık çok yönlü, etkileşimli, demokratik ve eşdüzeyli ‘iletişim’ ve ‘sosyalleşme’ imkanlarına ilk kez mi kavuşuyor? Hayır, fakat bu ölçekte evet! Ölçeği belirleyen ise internettir. Elektronik medyanın dünyayı global bir köye dönüştürdüğünü söyleyen McLuhan, gelsin de şimdi köy görsün!
Köy deyince, “iktidar”ın dahil olamadığı eşdüzeyli iletişimin mekanları olan köy odalarını, kıraathane ve kahvehaneleri, toplu çamaşır yıkama alanlarını, ortak fırınları ve çeşmebaşlarını hatırlayalım. Bu sosyalleşme mekanları da yukarıdan aşağıya değil, eşdüzeyli iletişim platformlarıdır. Yine pazaryerlerini, hamamları, cami ve kiliseleri de böyle görmek mümkündür.
Fakat, cami ve kiliselerin, genel olarak tapınakların diğer sosyalleşme mekanlarından önemli bir farkı var. Buralarda cemaat, kendi aralarında eşdüzeyli iletişimin öznelerini oluştururken, kitlesel olarak imam ve rahibin ‘iletim’ nesnesine dönüşüverirler. Yani yukarıdan aşağı iletimin muhatapları olurlar.
Nitekim büyücü karşısında kabilenin, sinema salonlarında seyircilerin, anfide öğrencilerin, televizyon karşısında hane halkının durumu da farklı değildir.
“Artık yolcu yoktur, herkes mürettebattır!” diyen McLuhan’ın bunu elektronik medya değil, öngörebildiği internet üzerine söylediğini düşünmek mümkündür: “Başlıca teknik parçası çift eksenli teller olan kablo, halihazırda ulusal yapan şebekelerden (ABC, CBS ve NBC) kaynaklanan sinyallerin süzülmesine ve tekrarlanmasına adanmıştır. Ancak henüz tamamiyle yerine getirilmesi beklemekte olan en önemli işlevi iki yönlü niteliğinde yatar. Bu da kablo girişinden sinyal yollarken, aynı zamanda bireysel evlerden ve işyerlerinden sinyal almaktır.”
Geleneksel dünyada yukarıdan aşağıya doğru akan bilgiyi kral ve onunla işbirliği halinde olan din temsil ediyordu. Her ne kadar Doğu ve Uzak Doğu toplumlarında devlet-din ilişkileri farklı gelişse de, bu, camideki imamın bilgiyi yukarıdan, hem de ne kadar yukarıdan indirdiği gerçeğini değiştirmiyor.
Sanayi toplumunda, zanaatkarın emeğini fabrikaya bırakması gibi, rahip de kürsüyü yeni bir dine kaptırdı. Modernizmin dine karşı duruşu, bizi hakikate yöneltmek değil, aslında bir rekabeti yönetmekti. Eski din ile yeni din arasındaki rekabeti... Nitekim gazete, dergi, radyo, televizyon gibi kitlesel iletim araçları yüzyıllardır bu yeni dinin rahipleri olarak misyon ifa ettiler, ediyorlar.
Şimdi ise, internet bizi pazaryerine, çeşmebaşına, kahvehaneye, cemaatin arasına yeniden soktu. Bir kültürel birikim ortamı ve iktidar karşısında halkın kamusal alanı olan kahvehaneyle ilgili olarak Richard Sennett’nin “aktör olarak insan” benzetmesini daha da geniş anlamda internete uyarlamak da mümkündür. İnternetle birlikte eşdüzeyli iletişimin kitlesi genişlemiş, dünya gerçekten de köyleşmiştir. Fiziki mekanın da ortadan kalktığı bu yeni kahvehanede meddah, karagöz, ortaoyunu, âşık gösterileri gibi etkinliklerin yerini de video ve müzik paylaşım siteleri almıştır.
Webrazzi Gündem’de antropolog Edward T. Hall’un The Silent Language kitabından bir alıntı aktarmıştım: “Bugün insan, pratikte bedeniyle yapageldiği her şey için uzantılar geliştirmiştir. Silahların evrimi dişler ve yumrukla başlar, atom bombasıyla sona erer. Giysiler ve evler, insanın biyolojik ısı denetim mekanizmalarının uzantılarıdır. Mobilyalar, çömelmenin ve yere oturmanın yerini alırlar. Sesi hem zaman hem de uzayda taşıyan elektrikli araçlar, mercekler, TV, telefonlar ve kitaplar, maddi uzantıların örnekleridir. Para, emeği yaymanın ve depolamanın bir yoludur. Bir zamanlar ayaklarımız ve sırtımızla yaptığımız şeyi artık ulaşım ve taşımacılık ağlarımız yapıyor. Aslına bakılırsa, insan yapımı bütün maddi şeylere, insanın bir zamanlar bedeniyle ya da bedeninin ilgili parçasıyla yaptığı şeylerin uzantısı olarak bakmak mümkündür.” Şimdi internet, tüm duyularımızın, zihnimizin, aklımızın ve kalbimizin bir uzantısı olarak bize aklın alamayacağı genişlikte soyut bir sosyalleşme mekanı sunuyor.
Sosyal statüleri, toplumsal sınıfları, cinsiyet ve yaş farklarını, makam ve mevkileri flulaştıran, hatta mesela harem ve selamlığı ortadan kaldırarak dindarları bile etkileyen internet, aynı zamanda çeşitli kültürel havzalardan yayılan kullanıcı içeriğini birbiriyle yüzleştirerek hem çeşitli çatışmalara hem de temasın yarattığı etkileşimlere imkan sağlayıp yeni kültürel kabullere yol açıyor.
Buraya kadar her şey iyi de, “yukarıdan” gelen bilginin bir ana kucağı gibi rahatlattığı kitleler, “yukarı”nın kalmadığı bu karmaşadan kendini nasıl kurtaracak? Nitekim, yukarıdan gelen bilgi, kitleler için bir kafa ve kalp konforudur. Ana rahmi değil de, ana kucağı dememin nedeni şu: Ana rahmi, bütün konforuna rağmen bir hapishanedir, oysa ana kucağı, bebeğin ihtiyaç duyduğunda oturduğu, kendini güvende hissettiği anda da oradan inip arkadaşlarıyla oyuna katıldığı bir rahatlık sağlar. Cemaatin, kürsüdeki imamı dinledikten sonra kendi arasında etkileşime geçmesi gibi...
Yıllar önce, “Dijital ekonomi, iletişim endüstrileri ve bir mecra olarak televizyonun geleceği” başlıklı yazımda bu duruma işaret etmiştim: “Geniş kitlelerin ‘etkileşimli’ mecra talepleriyle ilgili zihniyet devrimi gerçekleşmedikçe ‘ortak ayin’ duygusuyla muhatap olunan ‘etkileşimsiz’ ortak mecra ortadan kaybolmaz. (...) Hatice Hanım, evinde Sabah Şekerleri’ni izlerken komşunun, Eskişehir’deki Emine Hanım’ın, Samsun’daki Tülay’ın da onu izlediğinden emindir. Ahmet Bey de yarın işyerine gittiğinde Kerim Bey’le Kurtlar Vadisi’ni konuşacak, biraz sonra da açık oturumdaki tartışmayı kendi aralarında sürdüreceklerdir. Tuncay’ın golünü akşam TV’de görmediyseniz ertesi gün berbere gitmemenizi tavsiye ederim. (...) İzlenme payı yüksek televizyonların daha çok izlenmesinin bir sebebi de izlenme paylarının gerçekten yüksek olduğunun herkes tarafından biliniyor olmasıdır. Doğru olan, o geniş cemaate katılmaktır çünkü… İzlenme payı düşük televizyonlardan birinde çok çok iyi bir programa rastlasanız bile, azınlığın içinde kalmak yanlıştır.”
Yani, National Geographic’i izlemeye gitmek ayinden kaçmak demektir!
Bu durumda fazla heyecana kapılmadan şunu sormak belki ileride işimize yarayabilir: İnternet devriminden sonraki yeni dinimiz ne, ve bu dinin rahipleri kim olacak?