Bir kitabı karıştırırken rastladım ve hatırladım; McLuhan’ın, gazetecilik mesleğinin elektronik çağda farklı bir boyut kazandığıyla ilgili görüşünün, aslında “Gazeteler ölüyor mu?” başlıklı yazımda yer alması gerekirdi. Atlamışım.
Şöyle: “Ona göre önceden gazeteci olayın yanlılarını ve karşıtlarını vererek durumun objektif bir fotoğrafını oluşturmaya çalışırdı. Daha önce gazeteciler bir olayın kırk farklı tarafı ve hatta bin farklı yönünün olabileceğini hesaba katmazlardı. Ancak daha sonra bu gazetecilik ortadan kalkmış ve Truman Capote, Norman Mailer ve Tom Wolfe’un başını çektiği yeni bir gazetecilik oluşmuştur. Yeni gazetecilik McLuhan’a göre size hiçbir tarafı vermez. Sizi bütün olayı anlayabileceğiniz şekilde olayın içine daldırır. Dolayısıyla siz bir yangının ortasında, bir kongrenin ortasında bulursunuz kendinizi.”
Söz konusu yazımda internetle basılı gazeteyi karşılaştırmış, fotoğraf ve sinema karşılaştırmasından yararlanarak internetle gazete arasındaki nitelik farkını aramaya çalışmıştım:
Şöyle özetleyebiliriz: Gazete, dış gerçekliğin dondurulmuş halidir, dış zamana göndermeler yapar. İnternet ise, kendi iç zamanına gönderme yapan devingen bir süreçtir. Gazete yakalar. İnternet medyası ise ‘şimdi ve burada’yı ıskalar, an’ı asla yakalayamaz, çünkü bir süreçtir. Gazete ile nesnel bir ilişki kurulabilir. (Burası çok önemli.) Bir nesne olarak gazete ve karşısında onu görüp değerlendiren bir özne vardır. İnternette ise özne, o zaman ve uzam içinde erir.
Gazeteler, internet ve televizyon karşısında, kendi zaafından kaynaklanan bu fırsatı değerlendirebilecek niteliksel dönüşümü sağlayabilirlerse hayatta kalma şansını yakalayabilirler. Çünkü insanın, gerçekten de bir fotoğraf karesiyle kurulan nesnel ilişkide olduğu gibi, dış gerçekliği bir “tefekkür” halinde yakalamaya ve onu sadece “dış gerçeklik” olarak değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu/olacağını düşünüyorum. Ardından sürüklenmek değil avuçlarının içine almak, izlemek değil düşünmek, koşmak değil oturmak, yalnızca görmek değil tutmak, sürecin mahkumu değil o anki gerçeğin hakimi olmak...
Gazetenin bir “tefekkür”, bir “derin öğrenme” mecrası olabilmesi elbette kolay değil. Gazetenin, doğası gereği o anın kadrajlanmış bir fotoğrafı olması yetmez, o fotoğrafın niteliksel yapısı, tutturduğu dili, sunduğu lezzeti, bilgiye ve daha önemlisi bilgeliklere açtığı pencereleri, grafik üslubu, içtenliği ve daha birçok özelliğiyle her gün tatmin edici bir “kare” olarak gelmeli önümüze...
Evet, gördüğünüz gibi McLuhan da, eski usul gazeteciliğin, olayın objektif bir fotoğrafını oluşturmaya çalıştığını söylüyor. O yazıda ben de gazeteyi fotoğraf karesine benzetmiştim. Ancak McLuhan, yeni gazeteciliği, okuru, onun bütünü anlayabileceği şekilde olayın içine daldırdığı için bir biçimde kutsuyor. Ben ise, “olayın içine dalma”nın, “olayı anlama” konusunda güvence vermediğini düşünüyorum. Hatta bunun, aksine sonuçlar doğurması mümkündür, çünkü olayın içine dalmak, aynı zamanda olayın tarafı olmak demektir. Bu arada, McLuhan’ın elektronik medya derken ağırlıkla televizyonu kastettiğini, kendisinin İnternete yetişemediğini hatırlatmış olayım.
Bana kalsa, objektif ve analitik bir tanımlama yapabilmek için olayın dışında kalmak, olayın içine dalmaktan daha iyidir.
“Olayın içine dalmak” deyince, aklıma Yeni Şafak’ın birkaç yıl önceki reklam filmi geldi. Sadece aklıma geldi, daha ötesi için bir yorum yapmıyorum.