26 Mayıs 2009 Salı

| Anlayanlar anlamayanlara!..

Dün iki arkadaşımdan iki farklı eleştiri aldım. İkisi de son günlerde yazdığım iki yazıyla ilgili... [1, 2] Bir arkadaşımın eleştirisi, yazılarımda ne demek istediğimin tam olarak anlaşılmadığı şeklindeydi. Diğer arkadaşım ise, yazıların politik bir itirazı dillendirdiği ve benim konularımla ilgisinin olmadığını söylüyordu.


Önce ikincisini cevaplayıp kurtulalım. Elbette herkes gibi benim de politik görüşlerim var, ama burada hiçbir zaman slogan atmadığım ve atmayacağım herhalde bilinir. Zaman zaman ve fırsat buldukça iletişimin temel prensiplerini çeşitli vakalar üzerinden aktarmaya çalışıyorum. Bu yazılar da o cümleden... Yani ben kendi doğrularımı, kendimce anlatıyorum. Burada da doğrudan politik bir itiraz yok, ama sonuçta, ben kendi meselemi anlatırken ortaya politik bir itiraz çıkıyorsa ne yapabilirim ki? Doğrularımdan mı vazgeçeyim?

Şunu kabul ederim: Aslında bu yazılardaki ana fikir, malum “politik itiraz” sahiplerinin elini güçlendirirken bu “politik itiraz”a itiraz edenleri kötü bir şekilde açığa düşürüyor. Meselenin bu boyutuna, yani damarına dokunan başka kimse oldu mu, ben bilmiyorum. Fakat kimse dert etmesin, her iki taraf da meseleyi sloganlarla götürme alışkanlığında olduğu için ne buraları okurlar ne de (okusalar bile) bunları ciddiye alırlar. Olgulara soğukkanlılıkla, şablon ve sloganların dışından bakanlar içinse belki işe yarar. Burayı geçelim.

Bu yazıların yeterince anlaşılamadığı eleştirisine gelince... İşte bu konu ciddi! Gerçi Habermas’tan daha yalın yazdığımı (Yazılarımda kullanmam ama, şimdi burası gülücük işaretsiz olmaz! :)) iddia ederim ama, kimi iletişim prensiplerini anlatırken iletişim sorunu yaşıyorsam daha kırk fırın ekmek yemem lazım demektir.

Bu iki yazıdaki düşünceyi açmak için ilk fırsatta bir deneme daha yapmaya çalışacağım. Belki bu sefer tuttururum. Ya da belki, meramımı zaten anlayanlar bana yardımcı olur, Nasrettin Hoca’nın “bilenler bilmeyenlere” tavsiyesi gibi...

Anlayanlar anlamayanlara!..