17 Ocak 2012 Salı

| “Biz gine fotrafımıza geri dönelim!”

Önce iki soru soralım. Bir; Başbakan’ın yerli otomobil için bir babayiğit ararkenki motivasyonu neydi acaba? İki; bu fikir toplumda neden bir heyecan dalgası yaratmıştı?


Her iki soruya da ekonomik etmenlerin dışına çıkmadan rasyonel cevaplar verirseniz, bence yanılırsınız. Çünkü yerli otomobili, ne Başbakan cari açığı kapatmak ne de vatandaş ucuz ve kaliteli otomobile sahip olmak dürtüsüyle talep ediyordu. The Brand Age’deki yazımda da vurgulamıştım; otomotiv sektörü aslında bir ülkenin bayrak taşıyıcısıdır. İtibarlı bir otomobil markası Türkiye’nin dünya markalamasında gücünü arttıracaktır. Hem Başbakan’ın hem de vatandaşın, otomobil markalarının ABD’ye, Almanya’ya, Fransa’ya, İngiltere’ye, Japonya’ya ve Güney Kore’ye nasıl bir itibar kazandırdığını görmemeleri, en azından hissetmemeleri mümkün mü? Yoksa, bu kadar arz bolluğu karşısında, özellikle vatandaşın rasyonel bir otomobil talebi niye olsun ki? İmkanı olup da kafasına ve kesesine uygun bir otomobil edinemeyen kimse var mı?

Uzun süre kamuoyunu meşgul eden tartışmaların ardından dün Fiat-Crysler CEO’su Sergio Marchionne’den “yerli otomobil” müjdesi geldi. Marchionne, Detroit’teki Uluslararası Otomobil Fuarı’nda “İlk Türk otomobilini biz TOFAŞ’ın Bursa’daki Albea bandında yapacağız.” dedi. Yerli otomobil için Türk değil, İtayan bir babayiğit ortaya çıkmıştı. Koç ailesi konuşmadı, ama TOFAŞ’ın CEO’su Ali Pandır, yeni aracın “Albea”nın yerine geçecek ürün olacağını ve üretimi sona eren bu modelin platformunu kullanacağını söyledi: “Albea’nın üretimden çıkması TOFAŞ’a 50 bin adetlik bir yer kazandıracak. TOFAŞ’ın kapasitesi şu anda yıllık 500 bin adet ancak mevcut alan üzerinde 550 bin adede rahat çıkabiliriz. Yerli otomobil için 200 bin adetlik üretim hazır hale gelmiş olacak.”

Bugün’den Perihan Çakıroğlu imzalı haberde sektörün olmsuz tepkilerini görmek mümkün:

Fiat-Crysler CEO’su Marchionne ile Pandır’ın ‘yerli oto’yla ilgili sözlerini sorduğumuz büyük otomotiv firmalarının CEO veya genel müdürleri, adları açıklanmadan yorum yapmak istediler. Şu anda polemiğe girmek istemeyen bu CEO ve genel müdürler, eleştirilerini öncelikle şöyle sıralıyorlar: “Herhangi bir ürünün üretim bandında sadece gövdesi değiştirilerek aktarma organları yenilenerek yerli olduğunu söylemek mantıklı bir açıklama değildir. Kamuoyunun algılaması da Marchionne’yi desteklemez. Yerli oto yapıyoruz gerekçesiyle devletin verdiği özel teşviklerden yararlanmayı düşünenler, şimdi bir pazarlama taktiği içine girmişlerdir. Ne yazık ki, üretilecek arabalar yerli marka değil, teşvik otomobili olur.”

Bu görüşlere bir anlamda katılan ancak farklı bir bakış açısı da sergileyen bazı önemli isimler ise konuyu şöyle değerlendiriyor: “Adı Albea veya olmasın. Bu önemli değil. Belki bir başlangıç, bir deneme olarak yerli oto beklentisine girenleri rahatlatacaktır. Çok da mantıksız değildir. Ancak, bir kalıp gövde üreterek, başka modellerde kullanılan motoru, şasiyi koyarak işte sizlere ‘yerli oto’ yapıyorum demek, sonrasında kimseyi memnun etmeyecektir. Baştaki rahatlama hayal kırıklığına dönüşebilir.”

Bu “yerli mi yersiz mi” tartışmaları arasında ben ise daha başta, hem de beklemediğim bir yerden hayal kırıklığına uğramış bulunuyorum. Nitekim, sosyal mecra yansımalarından anlaşılıyor ki, tek hayal kırıklığına uğrayan ben değilim. Benim yerli otomobil konusundaki ümitsizliğim, özellikle (içeride ve dışarıda) pazarlama ve markalama odağındayken, markayı da ifsat edecek bir modelle karşılaşmış bulunuyorum. Bana göre bu öyle bir model ki, yerli otomobil fikrine, Devrim arabasına benzin koymayı unutmaktan ve Anadol’un kaportasını ineklerin yediği söylentilerinden daha beter zarar verecektir.

Bu konuda mutabık kaldığım ve ayrı düştüğüm meslektaşlarım var. Mesela Güven Borça, modeli sahiplenmiş görünüyor. Twitter’da kendisiyle yaptığımız yazışmaları aktarayım:

Güven Borça: Yerli otoda çözüm budur; FIAT üretim-dağıtım altyapısını kullanan ve ana markadan olabildiğince bağımsız kurgulanan bir Türk markası.

Ben: Bu model bana hiç sağlıklı gelmedi. Daha baştan Türk Fiat’ı damgası yiyecek ve bu kiri üstünden kolay kolay atamayacak.

Güven Borça: FIAT altyapısıyla üretilip dağıtılacak (nispi) bağımsız Türk markasını konumlandırıp iletişimini yönetmek, uzmanlık sorusu bu.

Ben: ‘Know-how’ satın almaya mecburuz tabii, ama bu, gözde büyütülecek bir model gibi görünmedi bana. Anadol kadar bile Türk değil. (...) Konumlandırma ve iletişim yönetimi verili durumdan bağımsız olamaz ki.

Güven Borça: FIAT destekli Türk markası modelini benimseyemeyen meslektaşlarım başka bir model önerebilir mi? Öneremez çünkü sedanda başka bir yol yok.

Ben: Buna ben “Fiat destekli” diyemiyorum, “Fiat” diyorum. Fiat demek bile zor, Lada demek daha doğru. Algılarda Proton bile olamaz.

Güven Borça: İstenirse öyle güzel bir hikaye kurgulanır ve tasarım yapılır ki millet bu arabayı öz evladı gibi benimser. Algı yönetimi budur.

Ben: Model buysa yapılacak tek şey de bu. İtirazım yok. Her türlü lisans anlaşmasına eyvallah, ama bence sorun “fabrika” ortaklığı. (...) Otomotivde fabrika bağlantısı, belki hiçbir üründe olmayacak kadar markayı etkiler diye düşünüyorum. Konumlandırma bunu çözemez. (...) Yani, bence tesis şart! :)))

Borça’nın baktığı perspektifi de anlayabiliyorum. Çünkü o, ifadelerinden de anlaşılacağı üzere daha ötesinin imkansız olduğunu düşünüyor. Twit’lerinde yer alan “olabildiğince” ve “nispi” sözcükleri bunu gösteriyor. Yani “olabildiğince” ve “nispi” olarak bağımsız kurgulanan bir Türk markasına razı olmuş görünüyor. Nispi olarak Fiat’tan destek alan değil, nispi olarak bağımsız! Nispi olarak hamile kalmış bir Türk markası diyelim.

Mutabık olduğum bir meslektaşım ise Serdar Öztürk’tü.

Serdar Öztürk: Açıklamalar ışığında yeni yerli otomobilin Şahin ve Doğan’dan farkının ne olacağını anlayan var mı? (...) Sadece Türkiye’de satılacak bir otomobil baştan kaybetmiş demektir! Yerli otomobilden maksat dünyaya ihraç edilecek bir otomobil degilse yazık! (...) Türk otomotiv sanayi 30 yıldır zaten yerli malı otomobil üretiyor. Sadece logo koyarak marka yapma fikri ise milattan önceye dayanıyor. (...) Sadece Türkler için üretilip geliştirilecek ve markalanacak bir otomobilin hem maliyeti daha yuksek olur hem de mastürbasyondan öte gitmez.

Ben: Model onu gösteriyor. (...) Dünyada “bayrak taşıyıcı” olmayacak bir otomobil markasına ihtiyaç yok. Mastürbasyon budur. Ayrıca bir yatırım bile değil bu.

Serdar Öztürk: Malezyalı Proton kötü bir örnek olsa da çok daha cesur bir girişim. Lotus’u almaları, Danny Bahar’ı başına geçirmeleri, teknoloji transferi v.s.

Ben: Proton bu modele beş basar. Ki, Türk otomobilinde hedef Proton’dan daha ileri olmayacaksa bu kadar şamataya ne gerek var?

Serdar Öztürk: Abi, adamlar önce taşın altına girdi, sonra fantezi yaptı. Cesurlar. Lotus’taki İngiliz ölü toprağını attılar v.s. İş zekasi bu.

Ben: Keşke iki konuda Malezyalaşabilsek; turizm ve otomotiv. Devlet her iki konuda da özel sektör paradigmasıyla iş yapıyor.

Serdar Öztürk: Global ekonomide oyuncu olma ve marka yaratma konusunda Malezya ve Güney Kore’den ögrenecek çok şeyimiz var.

Ben: Bu model “yerli otomobil” konseptini kirletir diyor(d)um. Nitekim Twitter cemaatinin gözünde kirli başladığı ortada.

Serdar Öztürk: Türkiye’de zaten logosu hariç yerli malı otomobil üretiliyor.

Ben: Bu dediğini The Brand Age’deki yazımda belirtmiştim. Daha dumanı tütüyor. :)

Serdar Öztürk: Ekşioglu mantığıyla yerli araba işine girilirse olacagi bu Selim Abi! :) Adamlar tesvik ayağına hepimizi mal yerine koyuyor.

Ben: İyi bir yanı var; bu modelde “Türk otomobili” diye bir şey ortaya çıkmayınca herkes “Türk otomobil markası” demeye başladı. :)))

Her iki karşılıklı yazışmadan konuyla ilgili görüşlerim anlaşılabildiği için daha fazla uzatmak istemiyorum, ama yine de bağlamalıyız:

1.
Öncelikle bu işte bir emrivaki hissediyorum. Çünkü, bir Türk otomobil markasının doğuş müjdesi Detroit’ten, Fiat-Crysler CEO’su tarafından verilemez.
2.
Önerilen model Başbakan’ın zaman zaman açıkladığı beklentilerle örtüşmüyor.
3.
Yine Başbakan, herhalde bir Türk babayiğit arıyordu, İtalyan değil. İşin içinde olan Türk babayiğit ise konuşmuyor bile, memurunu konuşturuyor.
4.
Fikrin liderliğini üstlenen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan da çıt yok.
5.
Sergio Marchionne’in bu atağı, toplumda oluşan yerli otomobil dalgasının üstüne zıplayan bir hareketmiş gibi görünüyor. Teşvik durumlarını ise bilmiyorum.
6.
Yerli otomobil açıklamasının kamuoyunda bir mizah dalgası yaratması boşuna değil. Bunun nedenlerinden biri de “kuş” faktörü. “Yerli oto kuş serisine benzemeyecek.” savunmaları itibar algısının nerelerde olduğunu göstermiyor mu?
7.
Hem model olarak hem de Koç-Fiat ortaklığının geçmişte zihnimizde bıraktığı izler nedeniyle “kirli” başlayan bir işin başarıya ulaşması için yapılacak temizlik faaliyetinin maliyeti sizce ne olur? Ne olursa olsun, gerçek bir temizlik gerçekleşebilir mi?
8.
Fiat markasıyla “bizim marka”nın rekabet koşulları nasıl bir temele oturtulacak dersiniz? Nitekim, “bizim marka”ya en büyük talep, Fiat markasına rezervi olmayan kitleden gelecektir. Gerçi ne fark eder, sonuçta iki marka da aynı ticari amaca hizmet edecek diyebilirsiniz.
9.
Tabii kimsenin elini kolunu tutamayız, isteyen yabancı otomobil şirketi Türk markası yaratabilir. Bir İspanyol’un Almanya’da Türk etnik pazarı için yaptığı peynir markası Gazi gibi.
10.
Yerli otomobil hayalinin gerçekleşmesi kolay bir şey değil tabii. Bu ne Başbakan’ın gaz vermesiyle ne de bir ya da birkaç işadamının gaza gelmesiyle mümkün. Hükümet bu işe soyunacaksa babayiğit aramaktan vazgeçip bunu yapacak tek babayiğidin kendisi olduğunun bilincine varması gerekir. Kârların düştüğü ve devasa yatırımların gerektiği bir sektöre rasyonel gerekçelerle kim balıklama dalar ki? Özel sektörün yapıp yapabileceği şey işte bu kadar olur. Fabrikasındaki bir bandı bu işe ayırmak, varsa teşviklerini almak ve denemek!
11.
Çok merak ediyorum, acaba ilgili bakanlık, bir ekip oluşturarak özellikle arkadan gelip başarı kaydeden Japonya, Güney Kore ve Malezya vakalarını inceleyecek bir ekip kurmuş mudur? (Proton’u bir başarı vakası olarak irdelemek doğru olmayabilir, ama orada da bir model var, buna bakmak lazım.)
12.
Yüzde yüz yerli otomobil diye bir şey zaten yok. Ancak, bu işin irade (idare değil) merkezi olacak tüzel kişiliği yarat, yerli veya yabancı gerekli insan kaynağını oluştur, uzay üssü gibi görkemli bir idare (bu sefer idare) merkezi inşa et, planlamalarını yap, hem içeride hem dışarıda distribüsyon, penetrasyon, servis ve yedek parça koşullarını ince ince hesapla, öncelikle kendi pazarın olmak üzere kalitatif ve kantitatif araştırmalarını yaptır, sana uygun gelecek lisansları sapta, pazarlama ve marka derslerine çalış, en azından araştırma ve geliştirmeleri yapacağın, tip modelleri üreteceğin bir tesis kur... Devam eder gider, iş çok çünkü. Sonra üretim kapasitenin yetmediği durumlarda (tabii ki yetmeyecek) Çin’den Japonya’ya, İtalya’dan Güney Kore’ye kapasite araştır, Fiat’ın Bursa’daki fabrikasının bir hattını kirala...
13.
Görüldügü gibi iş kolay değil. Marjlar da yetersiz. Öyleyse bir yerli otomobil markasının “bayrak taşıyıcı” olma niteliğine inanıyorsan bu işe gir, çünkü büyük ihtimalle yatırımın karşılığını ancak böyle alacaksın. Bu misyonu işadamından bekleyemeyeceğine göre daha fazla işin içine gir. Lafı ortaya atıp kaçma.
14.
Yerli model tasarlarken mesela benim kaynanamın ve kayınpederimin oturacağı koltukları ihmal etme. Tüketici içgörüleri nereye yönlendiriyor, oralara bak.
15.
Teknoloji nereye gidiyor bak, temiz bir zihinle analiz et, belki de en büyük silahın ortadan başlıyor olmak olacak.
16.
Sonuç: Yapamayacaksak “yerli otomobil” fikrini heba etmeyelim, bir hayal olarak kalsın. Belki bu fikir, ileride bireysel hava araçları yapmamızı sağlayacak bir motivasyona dönüşür. Yapmamak, yapıyor gibi yapıp da komik duruma düşmekten daha iyidir.

Yazının başlığına gelince... Dün akşam TvNet’te Makam Arabası programında bir anekdot dinledim. Evli barklı, çoluk çocuk sahibi bir adam güzel bir sarışına aşık olmuş. Biliyor ki bu sevda kendisini ve ailesini perişan edecek, ama duygularına da engel olamıyor. Derdine çare olması için bir bilgeyi tavsiye ediyorlar ona. Hikmet sahibi amcayla bir süre ahbaplık ediyor. Sonunda bir gün bilge konuşuyor: “Ben de zamanında bir güzel sarışına uzaktan gönlümü kaptırmıştım. Aklımdan çıkmıyordu. Resmini göğsümde taşıyordum. Bir gün o sarışınla karşılaştık. Baktım ki hiç benim hayal ettiğim gibi biri değil.”

Ve devam ediyor: “Gittim, ben gine fotrafima geri döndüm.”