25 Ağustos 2009 Salı

| Kimliği “sanal” ve “gerçek” diye ikiye bölmek!

Geçtiğimiz genel seçimlerde, dönemin DP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı, ajansı, biraz da Tayyip’ten esinlenerek Mehmet marka adıyla konumlandırmaya teşebbüs etmişti. Yani ismin Ağar’ını atmıştı. Tutmadı tabii... Ben de, seçimin dikkat çeken vakalarından biri olan bu konuya “Mehmet diye seslensem tam iki milyon üç yüz kırk altı bin dokuz yüz yirmi yedi kişi bana bakar!” başlıklı bir yazıyla değinmiştim.


Marka ismi konusu burada çok yazıldı. Meselenin hiç derinliklerine inmeden şunu söyleyebiliriz ki, marka ismi, aslında bir kavramın ismidir. Sonuçta marka da zihinsel bir tasavvur, bir kavramdır. İsim, ister sesle ifade edelim ister harflerle yazalım, zihinlerdeki kavrama yönlendiren bir koddur. Bu nedenle biricik, benzersiz, özgün olması çok önemlidir. Sözlüklerde beş yüz farklı kavramı karşılayan tek bir “elma” ismi olsaydı ne yapardık?

Tabii kişi isimlerinde bu özellikleri yakalayabilmek kolay değil; gelenek, görenek, kültür, din, dil, aile bağları gibi etmenler bu konuda ciddi anlamda kısıtlayıcı olabiliyor. O nedenle memlekette tam iki milyon üç yüz kırk altı bin dokuz yüz yirmi yedi kişinin ismi Mehmet... İşte tam bu noktada sorunu lakaplarla çözmüştür halkımız: Çolak Memet, Takmazlar’ın Hüseyin, Kör Hasan, Kara Süleyman, Abdurrahman Çavuş gibi... Hatta böyle sıfatların yetmediği durumlarda isimler tümden rafa kaldırılmış, Tombalak, Kıbrıslı Hoca, Zagor, Süslü gibi lakaplar kullanılmıştır.

Çocuklara isim vermek, marka ismi seçimi/yaratımı kadar önemli bir meseledir, çünkü isim, bir kod olarak kavramla (kişinin toplumun zihnindeki imajıyla) ilgili bazı olumlu/olumsuz karineler oluşturabilir. Mesela, bunun, toplumumuzda olumsuz bir örnek olarak zirve noktası Şaban ismidir. Olan nedir? Bizin dışımızda birileri bu Şaban kavramını abur cubur bir sürü olumsuz imgeyle inşa etmiş, içini salaklarla ve ineklerle doldurarak kirletmiştir. Eğer çocuğunuza bu ismi verirseniz, kavramı da bütün kiri pasıyla çocuğunuzun başına musallat ettiniz demektir.

Marka danışmanı bir arkadaşım anlatmıştı. İyi üniversitelerden birinden mezun olmuş, pazarlama yüksek lisansı yapmış, zeki, başarılı, fizik olarak da karizmatik, fakat bu niteliklerine uygun bir iş bulmak konusunda talihsiz bir genç, sektörle ilgili bazı bilgiler almak ve kariyer planlaması noktasında akıl danışmak üzere kendisine başvurur. Arkadaşım bu genci uzun uzun dinler ve kendisine tek bir tavsiyede bulunacağını söyler: “Önce ismini değiştereceksin!” Bunun üzerine genç pazarlamacı, Şaban olan ismini mahkeme kararıyla değiştirir. Arkadaşım, tabii isim vermiyor ama, bu gencin şimdi çok iyi bir şirkette pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısı olduğunu belirtiyor.

Marka isminin fonetik özellikleri de önemlidir; bu nedenle, mesela Fahrettin Cüreklibatur’un adı Cüneyt Arkın olarak değişecek, Tarkan Tevetoğlu’nun Tevetoğlu’su atılacaktır. Türkiye’de ve dünyada buna benzer örnekler çoktur.

İsmin biricikliği ve özgünlüğü konusuna tekrar dönecek olursak, kişi isimlerinde bunu sağlamanın tek etkili yöntemi, jenerik ismi, daha nadir bulunan soyisimlerle desteklemektir. Benim gibi iki isimli olmak da işe yarayabilir elbette, ama soyadı kadar garantili değildir. Tabii ki Soyadı Kanunu’nun nedeni özgün isimlerimiz olsun diye değil, askere giderken veya vergi öderken başkalarıyla karışmamamız içindir. Ama gördüğünüz gibi bu anlamda da işe yaramıştır.

Tarkan, Nilüfer, Kayahan gibi soyisim kullanmayan sanatçıların böyle bir yöntemi benimsemesi ise bir özgüven meselesidir. Nilüfer dendiğinde zihinlerde komşu kızı Nilüfer’den önce kendisinin canlanacağıyla ilgili bir güven... Olabilir.

Bir de pavyon şarkıcıları isimlerini değiştirirler(di). Tercih ettikleri isim ve soyisimler Mehtap Ay, Oya Çiçek, Deniz Bahar, Canan Sever gibi hem kısa hem güya insanda hoş duygular uyandıran, fakat yapaylığı her durumda belli olan cinstendir. Bu hanımların isim değiştirmelerinin bir nedeni de pavyondan çıkıp mahalleye gittiklerinde Hatice Abla olarak günlük yaşamlarına devam edebilme ihtiyacıdır.

Bu kadar gevezelikten sonra lafı getireceğim yer, sanal ortamlardaki takma ya da eksik isimler ve avatarlar üzerine her zaman söylediklerimi tekrarlamak olacak. Bu ortamlara “sanal” sıfatını ilk kimin taktığını bilmiyorum ama, ortam sanal diye biz de sanal olmak zorunda değiliz ki! Allah Facebook’tan razı olsun diyeceğim; tabii orada da bir sürü “fake” olsa bile, en azından “gerçek isim, gerçek fotoğraf” diye baştan bir tavır koyduğu için insanların zihninde “sanal”da da “gerçek” kimlikle bulunulabileceğiyle ilgili bir kanaati yerleştirmiş oldu.

Kendini sosyal baskının dışına atarak ipleri koparmak, birtakım yaramazlıklar yapmak, haltlar karıştırmak, hatta kriminal servislerinin ilgi konularına girecek faaliyetlerde bulunmak gibi mazeretleri anlarım vallahi! Veya psikologların ilgi alanına girecek başka gerekçeler de olabilir. Hadi devlet memurlarımızı, buraları merak eden, ama ayıplarlar korkusuyla kimliğini gizleyen vali, kaymakam, general, müsteşar gibi makam sahiplerini de hoşgörelim.

Yadırgadıklarım ise, gerçekten aklı başında, söyledikleri, yazdıkları, yaptıkları, ettikleri gerçekten bir değer ifade eden arkadaşların eksik, takma, deforme edilmiş isimler ve garip avatarlarla kendilerini ifade ediyor olmaları... Mesela “Ahmet” diye bir isim... Acaba hangi Ahmet? Veya muhtemelen isim ve soyismin ilk hecelerinden oluşturulmuş “kamka” gibi isimler... İsim ve soyismin ilk harfleriyle yapılmış isimler; “atd”, “HT” gibi... İngilizce’den mucizevi türetmeler: “N-Name”, “Smarty”... Daha neler neler...

Kimliği “sanal” ve “gerçek” diye ikiye bölmek nasıl bir duygudur, bilemiyorum. Mesela Smarty, acaba birine elini uzatıp, “Merhaba, ben Mehmet Kaya!” demek yerine, şaşırarak “Ben Smarty!” diyor mudur?

Bakın, marka ismi falan diye kırk dereden su getirdim. Benim bu arkadaşlarıma tavsiyem, her mekan ve ortamda, nüfus cüzdanlarında yazan isim ve soyisimleriyle kendilerini ifade etmeleridir. Çünkü hepimiz birer markayız, emek vererek oluşturduğumuz marka değerlerinin ise sağlam, ifade edilebilir, makul ve değişmez bir isme yapışması gerekiyor.

Değerler heba olmasın diye...