15 Eylül 2019 Pazar

| Altımızdan petrol veya altın fışkırsa bile ekonomik gelişme bir Rembrandt’sız ya da Flaubert’siz olamaz

Batı’daki gelişimi sermaye birikimine, sermaye birikimini de sömürge kaynaklarının Avrupa’ya aktarılması ya da tarım ekonomisinin oluşturduğu artı değere bağlayanlar var. Bu yanlış değildir, ancak doğrunun sadece bir kısmıdır.

A Weeping Woman, Rembrandt

Birikim tek başına bir şey ifade etmez, önemli olan onun sermayeye dönüştürülebilmesidir.  Mesela 16. yüzyılda İnkaları soykırımdan geçiren İspanyolların tonlarca İnka altınını gemilerle kendi ülkelerine taşıdıklarında İspanya ekonomisinin paradoksal bir biçimde gerilemeye başlaması, bugün Venezuella ve Suudi Arabistan’ın doğal kaynağı petrolün onların gelişmesine bir katkı sağlamaması, hatta belki de engel olması sermaye birikiminden başka bir şeyin eksikliğine işaret eder. Nitekim Sermayenin Sırrı kitabının yazarı Hernando de Soto, aslında bütün ülkelerin yeterli servete ve zenginliğe sahip olduklarını, ama bunları sermayeye dönüştüremediklerini iddia eder.

Yine Batı’daki gelişmeyi tek başına sanayi devrimine bağlayanlar yanılgı içindedir. Öyle ki bütün az gelişmiş ülkelerde sanayileşme ve Batılılaşma gelişmenin çaresi olarak görülmüş, bu alanlardaki başarının gelişmeyi sağlayacağı zannedilmiştir. Hala da bu yanılgı sürmektedir.

Oysa Batı’nın gelişiminin ana etmeni her şeyden önce bir ‘intellect’, yani akıl, zeka, bilgi, bilgelik, düşünce ve zihin gücüdür. Matbaanın yaygın kullanılacak hale getirilmesiyle (İcat edilmesi demek doğru değildir, çünkü matbaanın icadı yüzyıllar öncesi Mısır’a ve Uzak Doğu’ya gider, sonuçta yaygın kullanılması da bir zeka ürünüdür.) kutsal kitapların, roman ve şiirlerin, sanatın, genelde kültürün yaygınlaşmasıyla, İtalya’dan başlayarak sanatta Rönesans hareketinin tüm Avrupa’yı kuşatmasıyla, Reform hareketleriyle gelişen bir kıtadan söz etmek gerekir öncelikle.  Aklıma gelenleri öylesine yazayım; Giovanni Boccaccio, Dante Alighieri, Michelangelo, Leonardo da Vinci, Johannes Gutenberg, William Shakespeare, Miguel de Cervantes, Rembrandt ve daha birçok sanat, edebiyat ve bilim insanı olmadan Avrupa’nın gelişmesinden söz edilemez. Çok yenileri saymasak bile Francis Bacon, René Descartes, Spinoza, John Locke, David Hume, Immanuel Kant, Kierkegaard, Karl Marx, Friedrich Nietzsche, Bertrand Russell olmadan Avrupa olmaz. Charles Dickens, Victor Hugo, Gustave Flaubert, Johann W. Geothe, Alexandre Dumas ve saymadığım birçok yazar “Aman çocuklar, klasikleri okuyalım.” tavsiyesinin nesneleri olmaktan öte, Avrupa’yı kültürel olarak inşa edenlerdir.

Bir komplekse neden olmamak için şunu da söyleyeyim; Rönesans’ın Orta Avrupa’da ya da kuzeyde değil de İtalya’da başlamış olması İslam dünyasına yakınlığındandır. Antik Yunan düşüncesini Avrupalılar ile tanıştıran da Müslümanlardır.

Şimdi gelelim kalkınma ve gelişme meselesine... Fabrikalar, yollar, köprüler, inşaatlar tamam da, altımızdan petrol veya altın fışkırsa bile ekonomik gelişme yine de bir Rembrandt’sız ya da Flaubert’siz olamıyor, olamaz.