24 Ağustos 2014 Pazar

| “Anlam”ı “meram”a yaklaştırmak için...

Geçen ay bir konferansta konuşmacı olarak Saraybosna’daydım. Saraybosna’ya gidip de Başçarşı’da dolaşmadan, “burek” ve “kufte” yemeden dönmek olmaz.


Yine öyle yaptık, Başçarşı’da yolumuzun üstündeki Gazi Husrev-Begova Camii’ne de uğradık. Bu kez caminin şadırvanında daha önce fark etmediğim bir şey dikkatimi çekti.

Şadırvanın ahşaptan yapılmış sekizgen çatısının altında, sekiz ayrı kenarda farklı stillerde hat sanatı örnekleri olarak çeşitli yazılar yer alıyordu. Biraz dikkatli bakınca, bir font kataloğu gibi, sekiz ayrı karakterdeki yazının aslında aynı yazı olduğu anlaşılıyordu. Araştırınca da bunun Enbiya suresinden bir ayet olduğunu öğrendik. Şadırvandaki ayet, “Biz, canlı olan her şeyi sudan yarattık.” anlamına geliyordu.

Bu ayetteki anlam o kadar net ki, onu güçlendirecek herhangi bir yazı stili desteğine ihtiyaç duymuyor, hat sanatçısının önüne geniş bir özgürlük alanı açıyor diye düşündüm. Aksi halde sanatçı, herhalde bu kadar rahat davranamaz, şadırvan tezyinindeki geleneğe bağlı hissederdi kendisini...

Her grafik tasarımcı, seçtiği fontun anlama destek verdiğini, hatta, yazının yer aldığı uzamdan harf espaslarına, renkten punto büyüklüklerine, çevresindeki elemanlarla ilişkisinden blok durumuna göre karmaşık bir semiyotik ilişkiler toplamının “anlam”ı “meram”a daha çok yaklaştırdığını bilir.

Bu, şu anda kullandığımız Latin kökenli yazımız için de, eski Arap kökenli yazımız için de geçerlidir. Tabii ki tüm yazılar için de...

Hat sanatında da bugün kullandığımız yazı karakterleri gibi stilller mevcuttur. Reyhanî, Kûfî, Sülüs, Nesih, Tevkî, Rik’a, Ta’lik, Divanî gibi stiller bunlardan bazılarıdır. Çok ince ayrıntısına girmeden bazı stillerin sadece kullanım alanlarına işaret etsek, stilin anlam ile bağını anlamış oluruz. Mesela yumuşak bir görünüme sahip Sülüs, ağırlıkla kitap adları ve levhalarda; Türklerin geliştirdiği Rik’a, çeşitli varyantlarıyla vakıf senetlerinde, günlük yazışma ve mektuplarda; Ta’lik, divanlarda ve edebi eserlerde; Divanî, resmi yazışmalarda ve devletin üst düzey yazılarında kullanılırdı. Çok daha geometrik hatlara sahip Kûfî yazısı ise, İslamiyet’in ilk dönemlerindeki Kuran yazmalarında kullanılmış, ama Selçuklular hariç, Türkler tarafından çok da rağbet görmemiştir.

Latin kökenli fontlara göre bunların sayısının epeyce sınırlı olduğunu söylememiz gerekir. Fakat yine de yüzlerce yıllık bir tarihten süzülerek geldikleri için kavramsal derinliklerinin yüksek olduğunu, fakat semiyotik bağın ancak kitlelerin zihninde gerçekleşebildiğini düşündüğümüzde, bu derinliklerin artık işlevsel olmadığını da kabul etmek zorundayız. Latin kökenli fontların ise Gutenberg devrimiyle birlikte elle yazma zorunluluğu ortadan kalktığı için çok fazla çeşitlendiğini görebiliyoruz. Fakat bu fontların da tarihsel kimlikleriyle kendilerini ifade edebilme, dilsel anlama güç kazandırma gibi niteliklerinin bizim toplumumuzda ne kadar işlev gördüğü kuşkuludur. Ülkemizdeki tipografik karmaşanın bir nedeni de budur aslında.


Geçtiğimiz yıllarda “Tam Benim Tipim” adıyla Türkçeye kazandırılan Simon Garfield’ın “font kitabı” eğlenceli bir biçimde tam da bu konuyu işler. Kitabın tanıtım yazısından bir bölümü aktaralım: “Helvetica neden ve nasıl dünyayı istila etti; ya da romantik bir deyişle, ‘şehirlerin parfümü’ haline geldi? IKEA’nın fontunu değiştirmesi nasıl oldu da ‘İsveç kaynaklı en büyük infial’ olarak anılacak bir toplumsal tepkiye neden oldu? Neden 30’ların Art Deco’su AMY WINEHOUSE’a böylesine yakışıyor? Bir fontu bir ülkeye, bir dine, bir döneme, bir mesleğe ya da bir duyguya has kılan şey tam olarak nedir? Arial’ın dingin kim(liksiz)liğinden, Times New Roman’ın pratik ciddiyetinden, Comic Sans’ın rahatsız edici hafifliğinden -ve kullanımını yasaklama kampanyasından- kimler sorumlu? TRAJAN’ı bütün kötü film posterleri için vazgeçilmez kılan ne? Tüm zamanların en iyi ve en kötü fontları hangileri? Ve tabii, kaçınılmaz soru; seçtiğin font tipi senin hakkında ne söylüyor?”

Soruların bazılarını elbet biz de cevaplayabiliriz. Fakat bunların cevaplarının asıl olarak hedef kitlemizin zihninde yer alması durumunda bir anlamı var? Aksi halde, insanların önsel (a priori) olarak sahip oldukları zihinsel-görsel melekelerle bu fontlar arasındaki uyum dışında tutunacak dalımız yok. Ne kötü!

Bilmem, “meram”ımı anlatabildim mi?

GRAFİK TASARIM’IN TEMMUZ-AĞUSTOS 2014 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.