25 Eylül 2013 Çarşamba

| Atatürk’ten mi Sabiha’dan mı?

Dilde “en az çaba yasası” olarak adlandırılan bir yasa vardır. Daha önce birkaç yazımda işlemiştim, bunlardan biri de “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün üstünden geçen en az çaba yasası!” başlıklı yazıydı.


Bu yasa, sözcüğün seslendirme sırasında mahreçte ve ağızda en az çaba ile boğumlandırılmasını ve seslendirilmesini tanımlar. Örneğin, “gelemeyeceğim” yazarız, ama “gelemiicem” biçiminde telaffuz ederiz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz: Değil > diil, yapacak > yapıcak, eczahane > eczane > ezzane, dershane > dersane gibi... Yazılı sözcüklerde yer alan “ğ” harfini hiç telaffuz etmeyiz: Soğan > soan, öğe > öe, sağlam > saalam...

İmla-telaffuz farklılıkları yanında, sözcüklerin etimolojik yapılarına baktığımızda da, bu “en az çaba yasası”nın ne işler çevirdiğini görürüz. Dilbilgisi derslerinde öğrendiğimiz ses uyumu mevzuları işte bu “en az çaba yasası”nın marifetidir. Sözcüklerdeki ses benzeşmeleri de bu yüzden oluşur. Ses benzeşmesi demek, bir sözcüğü oluşturan seslerden birini çıkarmak için yaptığımız hareketin, bir başka sesi çıkarmak için yaptığımız hareketi etkilemesi sonucunda seslerin çıkış yerleri veya biçimleri açısından aynı ya da benzer duruma gelmesi demektir.

En az çaba yasasına aykırı durduğu halde, halk tarafından yasaya uydurulmuş çok isim buluruz herhalde... Mesela Cemal Reşit Rey Konser Salonu > Cemal Reşit > CRR, Atatürk Hava Limanı > Yeşilköy, Atatürk Kültür Merkezi > AKM, Sabiha Gökçen Hava Limanı > Sabiha, Amerika Birleşik Devletleri > Amerika, Bağdat Caddesi > Cadde, Esenler Otogarı > Esenler, Şükrü Saraçoğlu Stadı > Kadıköy, Türk Telekom Arena Stadyumu > Arena (veya Aslantepe), İstiklal Caddesi > İstiklal, Kuşadası > Ada, İnternet > Net...

Bir uçuş öncesi “Atatürk’ten mi Sabiha’dan mı?” sorusuna çok muhatap olmuşsunuzdur, sanıyorum.

Şimdi de tespit edebildiğimiz bazı marka adlarına bakalım: Chevrolet > Chevy, Mercedes > Merso, Macintosh > Mac, Efes Pilsen > Efes, Volkswagen > Vosvos, Burger King > Burger, Jack Daniel’s > Jack, Facebook > Face, Harley Davidson > Harley, Mini Cooper > Mini, L.C. Waikiki > Waikiki...

Maraş, Antep ve Urfa’ya yasayla “kahraman”, “gazi” ve “şanlı” sıfatlarının eklendiğine bakmayın siz. Bu yasa, diğer yasaya, yani “en az çaba yasası”na üstünlük sağlayamaz, sadece resmi yazışmalarda, gazete ve TV haberlerinde hayatiyetini sürdürebilir.

Şehirlerimizin gaziliklerine, kahramanlıklarına ve şanlarına ne diyebiliriz, saygı duyarız ancak. Yine de bana göre, bu şehirlerimizi onore etmek için doğal yasayla zıtlaşmayan başka yöntemler bulmalıydık. Yüzyıllar boyunca Maraşlılar kendilerine kahraman, Entepliler gazi, Urfalılar şanlı demeyi bilmiyorlar mıydı ki? Hatta bu sözcüklere son formlarını veren onlar değil miydi?

İstanbul’a iki yakayı birbirine bağlayacak bir köprü yapıldığında adına resmen “Boğaziçi Köprüsü” dendiğini biliyoruz. Sonra biz bunu “Boğaz Köprüsü”ne, daha sonra da “Köprü”ye dönüştürdük. Hâlâ da “Köprü trafiği” deriz mesala... Sonra diğer köprü yapıldı. İstanbul’u fethedip bize hediye etmiş olmasının anısına bu köprünün adına da “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü” dendi. Peki biz o kadar uzun bir ismi söyleyebilir miyiz her gün? Önce “Fatih Köprüsü” deyiverdik, sonra da “İkinci Köprü” demek daha çok işimize geldi tabii. Diğerine de “Birinci Köprü”...

Şimdi, üçüncü köprüye de Yavuz Sultan Selim Köprüsü adı verildi, fakat politik tartışmalar maalesef işin diğer yönlerini gölgede bırakabiliyor. Oysa şunu kabul edelim ki, hiçbirimiz yeni köprüye Yavuz Sultan Selim Köprüsü demeyeceğiz. Karayolları Bölge Müdürlüğü yol panolarına ismi sığdıramayacağı için YSS Köprüsü yazacak. Biz ise belki Yavuz Köprüsü diyeceğiz. Daha büyük ihtimal ise Üçüncü Köprü...

Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada tarihi kişiliklerin “en az çaba yasası”na aykırı uzun isimleri, havaalanı, köprü, cadde, sokak, okul, viyadük, köy, kasaba, hatta arıtma tesisi gibi çeşitli yerlerde kullanılır. Ve bunun, o tarihi kişilikleri onore edeceği düşünülür. Oysa isimlerin orijin kavrama yönlendirmesi geçicidir, şimdi bizim, “Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim ismi verilmiş.” haberini duyduğumuzda zihnimizde padişah olan Yavuz Sultan Selim kavramının açılması gibi... Bu isim, bir şekilde “köprü” ile birleşerek yeni bir bağlam oluşturduğunda artık her şey biter. Günde binlerce kez Fatih Köprüsü desek, aklımıza bir kez bile Fatih Sultan Mehmet gelmez. Ayrıca sadece Türkçede değil, bütün dillerde “en az çaba yasası” çok güçlü bir yasadır ve başka yasalara karşı kolay kolay boyun eğmez. Mesela John Fitzgerald Kennedy veya John F. Kennedy Airpot da sadece JFK’dir.

Şehir, kasaba, köy isimlerimizin çoğu yüzyılların süzgecinden geçerek geldiği için, yasa zoruyla değiştirilenler hariç, “en az çaba yasası” ne buyuruyorsa ona göre şekil almışlardır. Yavuz Sultan Selim diye bir isim olamaz yani.

Bu nedenle dille ilgili yasalar koymak yerine, onun yasalarına uymamız gerekir. Zıtlaşmanın hiç âlemi yok, bugün kazanmış gibi görünsek bile yarın kaybedeceğimiz kesindir.

Bir sözcükle ilgili “en az çaba yasası”nın sonuçlarını öngörebilmek mümkün müdür? Bunun her dilde kendine göre ilkeleri olduğuna göre isim yaratırken bunları neden dikkate almayalım? Yani, pekala muhtemel sonuçtan yola çıkabiliriz/çıkmalıyız. Peki, “gösterge” ve “uzlaşım”ları da elbette umursamalı değil miyiz? Hem de ciddi analizlerle...

Marka isimleri gibi yer isimlerinde de “en az çaba yasası”na uymalı, suyuna gitmeli, zıtlaşmamalıyız. Bunun bir gösterge olduğunu ve sonuçta bir kitlesel “uzlaşım”a ulaşmadan hiçbir anlam ifade etmeyeceğini de unutmamalıyız. Tabii, uzlaşım deyince, buna ses imgesinin kavram karşılığı da dahildir. Oysa anlaşıldı ki, Yavuz Sultan Selim adının kavram karşılığı tüm toplum kesimlerince aynı değildir, yani bir uzlaşım yoktur.

Daha önceki yazımın son cümlesiyle bitireyim yine: En az çaba yasası, bu konularda daha fazla çaba göstermemiz gerektiğini söylüyor.

THE BRAND AGE DERGİSİNİN EYLÜL 2013 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.