Yıllar önce yazdığım “Bıyıklar, AB Müktesebatı Uyum Programı ve Kopenhag Kriterleri’ne kurban gidince...” başlıklı yazımda anlattığım olayı bu yazının başına taşımam iyi olacak.
Kadınlar bunalıma girince ya alışverişe çıkarlar ya da kuaföre koşarlarmış! Sanırım aynı durum erkeklerde bıyıkları kesmek şeklinde tezahür ediyor.
Geçenlerde, sabit diskimin gümlemesinin ardından kurtarılan belgeleri tasnif ederken eski fotoğraflara şöyle bir göz atmak durumunda kaldım. Doğrusu, bazı fotoğraflarda ben bile kendimi tanımakta zorlandım. Çünkü fiziksel görünümde ani değişikliklerin şoke edici bir etkisi var.
AB Müktesebatı Uyum Programı ve Kopenhag Kriterleri mucibince (Bunalımdan dememek için attığım taklalara bakın!) bıyıklarımı kestiğim günün akşamı eve geldiğimde, o zamanlar henüz beş altı yaşlarında olan oğlum Semih’in hıçkıra hıçkıra ağlayarak annesine koştuğunu hatırladım. Hem “Babam bıyıklarını kesmiş anne!” diye beni şikayet ederek annesine sığınıyor hem de bakmaya cesaret edemediği için gözlerini benden kaçırıyordu. Büyük oğlanın da suratı biraz ekşimişti, ama o, delikanlılığına leke sürdürmemek için zorla da olsa soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu.
Anne mi? Yandan bir kaçamak bakış, buruk bir gülümseme ve “Se-liii-iim!” şeklinde bir nida... “Lim” hecesi iki hece şeklinde veya art arda iki farklı nota halinde! Bir de kadın, “Bana yabancı bir erkek gibi görünüyorsun, seninle aynı yatağa girmem!” demez mi? “Yahu hanım, ben yirmi sene önceye göre daha da yabancı bir erkeğim.” desem de bir faydası olmadı. Neyse ki, salondaki koltuklar rahat sayılır!
Kadınlar bunalıma girince ya alışverişe çıkarlar ya da kuaföre koşarlarmış! Sanırım aynı durum erkeklerde bıyıkları kesmek şeklinde tezahür ediyor.
Geçenlerde, sabit diskimin gümlemesinin ardından kurtarılan belgeleri tasnif ederken eski fotoğraflara şöyle bir göz atmak durumunda kaldım. Doğrusu, bazı fotoğraflarda ben bile kendimi tanımakta zorlandım. Çünkü fiziksel görünümde ani değişikliklerin şoke edici bir etkisi var.
AB Müktesebatı Uyum Programı ve Kopenhag Kriterleri mucibince (Bunalımdan dememek için attığım taklalara bakın!) bıyıklarımı kestiğim günün akşamı eve geldiğimde, o zamanlar henüz beş altı yaşlarında olan oğlum Semih’in hıçkıra hıçkıra ağlayarak annesine koştuğunu hatırladım. Hem “Babam bıyıklarını kesmiş anne!” diye beni şikayet ederek annesine sığınıyor hem de bakmaya cesaret edemediği için gözlerini benden kaçırıyordu. Büyük oğlanın da suratı biraz ekşimişti, ama o, delikanlılığına leke sürdürmemek için zorla da olsa soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu.
Anne mi? Yandan bir kaçamak bakış, buruk bir gülümseme ve “Se-liii-iim!” şeklinde bir nida... “Lim” hecesi iki hece şeklinde veya art arda iki farklı nota halinde! Bir de kadın, “Bana yabancı bir erkek gibi görünüyorsun, seninle aynı yatağa girmem!” demez mi? “Yahu hanım, ben yirmi sene önceye göre daha da yabancı bir erkeğim.” desem de bir faydası olmadı. Neyse ki, salondaki koltuklar rahat sayılır!
Teşbihte hata olmaz; “Ayının kırk türküsü var, kırkı da armut üstüne!..” derler ya! Biz yine kendi havalarımıza dönelim. Şu: Görsel kodlamalar zihne öyle sağlam ve derin çizgilerle çiziliyor ki, fiziksel görünümdeki ani değişiklikler soğuk duş etkisi yaratarak bir yabancıla(ş)maya neden oluyor. Eşimin de, çocukların da bu ani değişimden şoke olmalarının nedeni, bu derin çizgilerle kazınmış imajın aynı hızda değişememesinin bir sonucudur: “Babam mı bu? Yoksa değil mi? Ya bu adam kocam değilse! Tamam, kocam ama...”
Şu anda bir sorun yok. Yeni imaj zihinlere kazınalı çok oldu. Salonda yatmıyorum yani!
Olay bu... Şimdi bunu, son aylarda gündemimizi epeyce meşgul eden yüz nakli ameliyatlarına bağlayacağım, ama önce bıyık konusunu tamamlayalım.
Bir sabah uzun zamandır sahip olduğunuz bıyıklarınızı ya da sakalınızı kesip işyerine gittiğinizde karşılaşacağınız muhtemel tepkileri düşünün, benim evde yaşadığımdan farklı olmayacaktır elbette. Sizin yüzünüz kişisel varlığınızın görsel kodudur, yani semiyolojik bakımdan bir ‘gösteren’dir. Yüzünüzde yapacağınız böyle bir değişiklik, daha güzel olsa bile, sizinle (gösterilen) bilinen ‘gösteren’iniz arasındaki ilişkinin bir şekilde bozulmasına, muhtaplarınızın algı sistemlerinin parazit yapmasına neden olur. Fakat makul bir süre geçtikten sonra algı sistemleri yerli yerine oturur.
Göstergebilimci Charles Sanders Peirce şöyle der: “Bir gösterge, herhangi biri için, herhangi bir açıdan ve herhangi bir ölçüde, herhangi bir şeyin yerini tutan herhangi bir şeydir.” Ve göstergeleri üç sınıfa ayırır; (1) benzeyen göstergeler (ikonlar), (2) alâmet göstergeler ve (3) anlaşmalı göstergeler...
Benzeyen göstergelerde, gösterilen ile gösteren arasında bir benzerlik ilişkisi vardır. Bir harita, bir fotoğraf veya bir karikatür benzeyen göstergelerdir. Alâmet göstergeler, bir olgunun başka bir olguyu çağrıştırmasından doğar. Tavandan su damlaması üst komşunun evini su basmış olmasının alâmet göstergesidir. Mesela duman da ateşin... Anlaşmalı göstergeler ise, bir nesneyi, olguyu veya olayı anlaşmalı olarak gösteren işaretlerdir. Dilbilim göstergeleri, anlaşmalı göstergelerin en önemlisidir diyebiliriz. Amblemler ve logolar da öyledir.
Marka sembolleri olarak üretilen unsurların çoğu da anlaşmalı göstergeler arasında yer alırlar. Piktogramlar benzeyen göstergelerdir, çünkü gösteren ve gösterilen arasında bir benzerlik ilişkisi söz konusudur. Oysa mesela soyutlaması yüksek bir amblem ile marka arasında çoğu zaman o markanın içeriğiyle ilgili bir iz bulamayabilirsiniz. Bu anlamda bir amblem, aslında o markaya delalet etmesi için önerilen ve kitleden bu konuda uzlaşma talep edilen bir görsel göstergedir.
Ekmek kokusu ekmeğin alâmet göstergeleri arasında yer alır. Su şırıltısı da suyun. Ama bu alâmet göstergeler, aynı zamanda ekmeğin ve suyun fiziksel özellikleri olarak onların içeriğini de oluşturular. Yani ekmek kokar, su şırıldar.
İnsan yüzü de, insanın fiziksel bir tamamlayıcısı olmakla birlikte aynı zamanda semiyotik işleve sahiptir. Peki, bu durumda insan yüzünü hangi gösterge sınıfına dahil edebiliriz? Anlaşmalı gösterge olamaz. Mesela alâmet göstergelere dahil edebilir miyiz? Bana göre hayır. Aslında renk, form, doku gibi nesneden kopamayan göstergeler için bir dördüncü sınıf icat edebiliriz; gömülü (embedded) göstergeler... İnsan yüzü de böyledir.
Gösterge; nesneye, kişiye, olgu ve olaya değil, bunların zihinsel tasavvuruna yönelir. Bu nedenle, tümümünün nesnel gerçeklikleri, bir bakıma kendileriyle ilgili zihinsel tasavvurların ‘gösteren’idir denilebilir, ama konuyu şimdilik o kadar derinleştirmeyelim.
Yüz nakillerine dönersek... İnsanların, yüz güzelliğiyle huy güzelliği arasında ilişki kurması bir kalıp yargıdır. Yakışıklı ya da güzel bir insan, başka insanların gözünde ilk bakışta “iyi”dir de. Bunun aslı var mıdır diye soracak olursanız bu soruya olumlu cevap vermek elbette mümkün değildir. Fakat algıları değiştiremediğiniz sürece bu gerçeği de değiştiremezsiniz.
Bu algıyı değiştirmeye yönelik sanat eserlerini hatırlarsınız. Fil Adam Merrick’in korkunç görüntüsünün altında son derece duyarlı ve insancıl biri vardır. Notre Dame’ın kamburu Quasimodo kendinden beklenmeyecek ölçüde mert biridir. Bir zamanların Güzel ve Çirkin dizisindeki yarı insan yarı aslan yaratık Vincent da bir sevgi ve iyilik insanıdır. Buna benzer örneklere rağmen genel olarak sinema dünyasının iyi kahramanları hep yakışıklı ve güzel, kötüleri ise çirkindir.
Bazı yüz kusurlarının giderilmesine yönelik estetik ve rekonstrüktif müdahaleler ‘gösteren’i düzeltmeye yönelik girişimlerdir. Algıları dikkate aldığımızda, bunun ‘gösterilen’i düzeltme işlevi gördüğünü de söyleyebiliriz. Yüzünün biçimi kimi talihsiz nedenlerle tamamen bozulmuş olanlara yapılan yüz nakli ise ‘gösteren’i kökten değiştiren bir operasyondur. Aslında bu değişim, yine aynı zamanda algıları da değiştirmeye yönelik bir adımdır. Ve başka birçok sorunun çözümü bakımından ne büyük bir ihtiyaç olduğunu tahmin edebiliriz. “Biz böyle tanınıyoruz abi”cilerin bundan ders almalarını bekleyebilir miyiz?
Şimdi önce yüzü değiştirilenin tarafını gözlemleyelim. Ailesi, yakın ve uzak çevresi nezdinde yeni bir ‘gösteren’e sahip olan kişi, eskisine göre çok daha güzel bir yüze sahip olmasına rağmen ‘gösteren’ ve ‘gösterilen’ ilintisinin yeniden kurulması gerçekleşene kadar tanıdıkları tarafından yabancılanacaktır. Bir de donörün çevresini, mesela annesini düşünelim. Aslında ciddi bir travmatik durumun yaşanıyor olması lazım, çünkü oğlunun yüzünün arkasındaki kişi aslında onun oğlu değildir. Yoksa oğlu mudur? Donörün çevresini oluşturan diğer insanlar için de aynı durum söz konusudur ve hepsi hiçbir zaman çözülemeyecek bir semiyotik karmaşanın içinde yaşamaya devam edeceklerdir, çünkü onların kişiyle ilgili zihinsel tasavvurlarının anahtarı ellerinden alınmıştır ve artık başka bir kilidi de açmaktadır.
“Bir marka dergisinde bu konunun işi ne?” diye soracak olanlar için yazıyı bir kez daha ve dikkatlice okumaları cevap olabilir.
THE BRAND AGE DERGİSİNİN HAZİRAN 2012 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.