4 Ağustos 2011 Perşembe

| Mehmet mi Tayyip mi?

Hep yazıyoruz; her marka ismi; fonetik yapısı, anlamı ve çağrışımlarıyla markanın kimliğini ve tüm değerlerini temsil eder/etmelidir. Bu nedenle marka ismi seçimi, markalaşma serüveninin ilk stratejik adımlarından biridir. Öyle ki, markanızı konumlandırmadan önce verdiğiniz bir marka ismi, konumlandırma stratejinizi belirleyebilecek, sınırlandırabilecek kadar önemli rol oynar. Yine, yeniden konumlandırma (re-positioning) süreçlerinde de isimden bağımsız hareket edemezsiniz.


Bir çocuğun doğup, büyüyüp gelişmesiyle bir markanın yaşadığı süreçler arasında benzerlikler kurmak mümkündür. Peki, yeni doğan bebeklere verilen isimlerle marka isimleri arasında bir ilinti, bir benzerlik yok mu?

Aileler, kız ya da erkek, doğan bebeklerine isim verirken hangi saiklerle hareket ediyorlar? Geniş aileden, modernleşme süreciyle birlikte çekirdek aileye geçişte, anne ve babanın diğer aile büyüklerinden bağımsız davranabilme iradeleri geliştikçe bebeğe “isim verme” konusunda dikkate alınan etmenler de değişiklik göstermektedir. Çekirdek ailede anne ve baba, çocuklarının isimlerini belirlerken, onu yaşamı boyunca temsil edecek bir ismi daha fazla önemsemekte ve arayışlarını bu yönde yapmaktadırlar. Bir marka için de, o markayı yaşam eğrisi boyunca temsil edecek bir isim aynı ölçüde gereklilik ve zorunluluk değil midir?

Bundan birkaç yıl önce Zaman gazetesinin Turkuaz ekinde Burhan Eren tarafından yapılmış “Hikayem adımda saklı” başlıklı ilginç bir incelemeye rastlamıştım.

“Mustafa Berk, Emine Naz gibi yarısı geleneksel, yarısı moda çift isimler neyi işaret ediyor? ‘Kur’an’da geçtiği için’ verilen ‘Aleynâ’ ismi, yabancı çağrışımlı moda isim ‘Alârâ’nın ‘İslamî muadili’ olabilir mi? 1970’li ve 1980’li yıllarda doğanlarda ‘Murat’ ismi neden çok fazla? Bu dönemde ideolojik reflekslerle hangi isimler verildi? Son 50 yılda en sık verilen ilk 10 kız ve erkek ismi hangileri? Bugün moda olan ve sevilmeyen isimler neler? Eskiden dini referanslar ve aile büyüklerinin isimleri dikkate alınırken, neden bugün ‘değişik olması ve kulağa hoş gelmesi’ daha önemli? Farklı dönemlerde en sık verilen isimlerin istatistiklerini yorumlayarak bu soruların cevaplarını bulmaya, isimlerimiz üzerinden toplumsal hikâyemizi okumaya çalıştık.” spotuyla tanıtılan yazıya göre, aile büyüklerinin isimlerinin yeni doğan beklere verilmesindeki oran azalırken “dinî gerekçe ile isim vermede gözlenen yaygın bir değişim de, biri İslamî çağrışımlı, biri modern çağrışımlı çift isim verme... Modernite ile geleneği aynı isimde barındıran bu çözüm, ebeveynin yaşadığı iç çatışmayı göstermesi bakımından da bir ipucu aslında. Zeynep Sude, Ayşe Ece, Mustafa Berk, Emine Naz buna verilebilecek örneklerden sadece birkaçı…”

Yazı şöyle devam ediyordu: “İsim vermede, 1990’lı yıllarda başlayan ve 2000’li yıllarda iyice belirginleşen ‘yeni olma, farklı olma’ eğilimi, Türk kültürü tarihinde hiç görülmemiş bir isim çeşitliliğini de beraberinde getirdi. İsim vermede etkili olan geleneksel eğilimler etkisini yitirdi. Artık, 1980’lerde başlayıp 1990’larda devam eden ‘ismin güzel bir anlam taşıması’ndan geçilmiş, hatta bir anlam taşıması zorunluluğu bile ortadan kalkmıştı. ‘Farklı olması ve kulağa hoş gelmesi’ yeter şartları oluşturuyordu. 2000’li yıllarda kısa heceli iki kelimeden türetilmiş, bütün olarak anlam taşımayan isimler verilmeye başlandı. Yayınevleri, bu talebi karşılamak için isim sözlükleri yayınladı, internet siteleri bu sözlükleri içeriklerine taşıdı. Artık bugün bebek bekleyen aileler, sözlüklerden ve internet sitelerinden ‘hiç verilmemiş, hiç duyulmamış’ isimler bulmaya çalışıyor.”

Yazıda, 2000’li yılların moda isimlerden ve siyasi parti ve ideolojilerin belirlediği isimlere kadar çeşitli örnekler de yer alıyor. Ayrıca, günümüzde istenmeyen kadın ve erkek isimleri sayılmış ki, onları ben de buraya almak istiyorum:

İstenmeyen kadın isimleri: Kezban, Döndü, Fadime, Fadimana, Dudu, Yeter, Döne, Kadriye, Asiye, Nuriye, Şerife, Dürdane.

İstenmeyen erkek isimleri: Satılmış, Durmuş, Dursun, Şaban, Abdurrahman, Memiş, Abuzer, Murtaza, Tarkan, Hüsamettin.

Son dönemlerde, isim belirlemede popüler kültürün etkisine rağmen Tarkan’ın niye istenmeyen isimler arasında yer aldığına bir anlam veremedim. Vardır mutlaka bir sebebi!

Bu arada; tüm gelenekleri, aile büyüklerini ve dini referansları göz ardı edip kızına Bike adını veren bir marka sahibinin, markasına isim belirlerken ailemizin şanı yürüsün psikolojisiyle niçin Sipahioğlu ismini tercih ettiğini anlamakta da güçlük çekiyorum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandığı dönemleri hatırlar mısınız? O dönemlerden beri Erdoğan, kamuoyunda Tayyip adıyla şöhret buldu. Halkın belki Erdoğan’ı kendine yakın bulmasından, muhaliflerinin de önadla hitap etmenin laubaliliğinden yararlanma heveslerinden kaynaklanan bu durum, belki o zamanlar Erdoğan’ı da rahatsız ediyordu. Nitekim AKP kurulduktan sonra “Niye bütün liderler soyadlarıyla anılıyor da, Erdoğan’a önadıyla hitap ediliyor?” diye partililerin bu “sululuğa” bozulduklarını, hatta tartışmanın basına da yansıdığını hatırlıyorum.

Doğru, kimse Demirel’e Süleyman, Erbakan’a Necmettin, İnönü’ye İsmet, Menderes’e Adnan, Türkeş’e Alparslan dememiştir. Tabii, herhalde eşleri hariç...

Tayyip adının yerleşmesine “hafife alma” duygusuyla hareket eden muhaliflerinin emeklerinin geçtiğini söyleyebiliriz. Oysa şunu kabul edelim ki, bu hitap şekli, Erdoğan’ın ister istemez halkla mesafesinin açıldığı, başbakanlığa terfi ettiği yıllarda daha çok işine yaramış olmalı.

Önadıyla hitaba muhatap olan iki isim daha hatırlıyorum; biri Mesut, biri de Tansu... Yılmaz’ınki, büyük ihtimalle soyadının fazla jenerik olmasından kaynaklıydı. Ancak yine de Mesut’ta “yaramaz oğlan”, Tansu’da ise “çıtır kız” çağrışımları muhalifler tarafından beslenmişti.

2006 seçimlerinde herhalde ajansının önerisiyle DYP ilanlarının altında Mehmet Ağar yerine Mehmet imzası atılmış, Mehmet diye bir marka yaratılmaya çalışılmıştı. Ben de o dönemlerde “Mehmet diye seslensem tam iki milyon üç yüz kırk altı bin dokuz yüz yirmi yedi kişi bana bakar!” başlıklı bir yazıyla bunu eleştirmiş ve asla tutmayacağını belirtmiştim.

Öncelikle bunun Tayyip kompleksinden kaynaklı olarak yapay bir müdahaleyle oluşturulmak istendiği çok sırıtyordu.

Daha da önemlisi, marka adı özgün ve az bulunur (hatta hiç bulunmaz) olmalıdır. Beğenin veya beğenmeyin, Tayyip böyle bir marka adıdır. Oysa Mehmet öyle değildir. Strateji-Mori’nin yaptığı araştırmaya göre Mehmet adı Türkiye’de kullanılan erkek adlarının oransal olarak başında yer alıyor. Hem de açık ara farkla... Sıralama şöyle: Mehmet (%6.4), Mustafa (%4), Ali (%3.8), Ahmet (3.2), Hasan (%2.7). Konumuz dışı, ama siz şimdi merak etmişsinizdir, kadın adlarındaki Türkiye geneli sıralaması da şöyle: Fatma (%4.5), Ayşe (%4.3), Emine (%3.0), Hatice (%2.8), Zeynep (%1.1). Yani Türkiye’de erkek nüfusunun 36.670.736 olduğundan hareketle bir hesaplama yaptığımızda tam 2.346.927 adet Mehmet’in aramızda dolaştığını anlamış oluruz.

Sakın ha, bu sayıyı küçümsemeyin. Marka adından söz ediyoruz. Mesela ortalıkta dolaşan sadece bir tane Kodak markası olduğunu düşünürseniz iki milyon küsur sayısının ne anlama geldiğini daha iyi kavrarsınız.

THE BRAND AGE DERGİSİNİN TEMMUZ 2011 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.