Bir dilin zenginliği sözcük zenginliği üzerinden değerlendirilir, sözcüklerinin anlam zenginliği üzerinden değil! Yani bir dil, nesne, olay ve olguları ne kadar alt farklılıklarına göre isimlendirdiyse, o kadar zengindir.
“Canlı” sözcüğü, kavram olarak “insan”, “hayvan” ve “bitki”yi içerir. “Bitki” sözcüğü ise, “sebze” ve “meyve”yi... “Meyve” de “elma”, “incir”, “armut”, “erik” gibi meyveleri... Bu dizilimde anlamı en zengin sözcük “canlı”, en fakir sözcük ise mesela “armut” veya “erik”tir. Daha daha fakir sözcüklere de inebiliriz, ama burada kalalım.
Birkaç yüz sözcükten ibaret olan bir yerli dilinin her sözcüğü anlam bakımından çok zengindir. Ama dilin kendisi fakirdir. Mesela sarı, kırmızı, turuncu, yavruağzı, kavuniçi gibi renkleri de; mavi, yeşil, turkuvaz, camgöbeği gibi renkleri de sadece birer sözcükle ifade eden yerli dili, bir sözcüğün içine çok renk sokuşturabilir. Böylece sözcüğün anlamı zenginleşirerek daha geniş bir gerçekliği yansıtmış olur. Oysa zengin bir dil, hem geniş gerçeklikleri yansıtan sözcüklere hem de dar gerçeklikleri yansıtan çok sayıda sözcüğe sahiptir.
Anlamı fakir ve dar sözcükler, ifade yeteneği bakımından, anlamı zengin ve geniş sözcüklerden kavramsal olarak daha güçlüdürler.
“Gül”e “bitki” demek ne büyük fakirliktir! “Serçe”ye “hayvan”, “su”ya “varlık” demek de...