İki kardeşimiz, son on beş gün içinde ajansta sadece on beşer gün çalışarak işlerinden ayrılmak durumunda kaldılar. İkisinin de kendilerince makul gerekçeleri var elbette... İkisi de yazar... Belli ki en samimi duygularını yüklemişler veda mesajlarına... Daha önce de bir veda mektubu yayımlamıştım. (O mektubun sahibi şimdi yine aramızda:) Bunları da paylaşmadan edemedim.
Önce delikanlı yazarın mesajı... Orhan Veli’den bir şiirle başlıyor:
Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...
Ve devam ediyor:
Çooook sevgili abilerim, ablalarım, ey güzel dostlar...
On beş gün gibi sözde ve yazıda kısa ama akılda, ruhta ve kalpte çoook uzun ve çok güzel bir zaman geçirdim Genna’da. Genna diyorum ama, bir şirketin isminin altını dolduran içindeki samimiyet, içtenlik, çalışkanlık, işe duyulan o tutku vardır. Hata yaptığımızda bizim hatamızı bizi kırmadan düzelten insanlar doldurur ismin altını. Ve o zaman bir şirket olmaktan çıkıp, her sabah uykudan uyandığında ayaklarının seni kendiliğinden oraya getirdiği bir yer olur. Reklam ajansı böyle olmalı zaten. Geceni gündüzünü orada geçirirsin, hiç şikayet etmeyi aklından bile geçirmeden. İşte Genna böyle bir ajans. Ajans kültürünün olduğu bir yer... Buraya sadece reklam ajansı da demeyeceğim çünkü buradaki sıcaklık, arkadaşlık ortamı ve patronlarımızın patron gibi davranmadan burayı yaşanılacak bir yere dönüştürdükleri ev. Evet hepimizin evleri var, ama ailemizden, sevgililerimizden, çocuklarımızdan çok ajanstaki arkadaşlarımızı görürüz çoğu zaman.
Biraz yavaş kaldım ben de, anlamadığım bir kısırlık dönemi yaşıyorum, sizlerin bu inanılmaz emeklerinizi benim hatalarımdan dolayı boşa çıkartmak istemiyorum hiçbir şekilde. Bir süre kendimi toparlayacağım, sanırım bol bol okumam ve yazmam gerekiyor daha fazla, daha fazla... Şiir ve öykü kitabım için çalışacağım bir süre. Haddim olmayarak şairliği şiar ediniyorum...
Her şey için hepinize tek tek çok teşekkür ediyorum. Hatam oldduysa affola dostlar... Hakkınızı helal edin, elbette bu bir veda değil, tekrar görüşmek dileğiyle.
Saygılar, kucak dolusu sevgiler...
Ve güzel kızımızın mesajı:
Her güzel şeyin bir sonu varmış. Gördüğüm en iyi ajanstan, en iyi artlardan, en iyi patronlardan ve çalışma ortamına keyif katmak için uğraşan herkesten ayrılma vakti geldi benim için. Her şey süper burada... Bence incelenmeli... Reklamcılık gibi acayip bir işin nasıl da keyifli bir hale geldiği (getirildiği) incelenmeli yetkililerce...
Ayrılığın sebebine gelince karşıma değişik bir fırsat çıktı... Değişik diyorum, iyi mi kötü mü çok farkında değilim çünkü. Bir süredir ne yapsam diye düşündüm ve sonunda kararımı verdim. Umarım ileride tekrar çalışma fırsatı buluruz. Yani inşallah, yani mutlaka...
O zamana kadar hoşçakalın.
Her ikisini de Uğur Hoca’nın “Ayrılık ama…” başlıklı yazısından öğrendiğim Mümtaz Zeytinoğlu’nun “Adamın ne olduğu işe girerken değil, işten ayrılırken belli olur.” lafıyla uğurladık.
Yolunuz her daim açık olsun çocuklar...