Bir değil, iki değil! [1, 2] Yılmaz çevreci, keskin sigara düşmanı, seyyah ve seyahat yazarı, Guinness jüri üyesi, aynı zamanda da üniversite hocası olan Prof. Orhan Kural’ın yine yediği bir dayak haber oldu. Geçmişte bir kez daha böyle bir haber okumuştuk, ama kendisi “Bu yediğim ilk dayak değil, daha önce de çok dayak yedim!” diye övünüyor.
Çevre bilincine sahip olmak iyi, sigara içmek de kötü bir şey olduğuna göre, elbette basınımızın bu haberleri nasıl diyazn edeceği belli... Dayak atanlar maganda, dayak yiyen de mazlumdur mutlaka... Tabii ben de dayağı ve magandalığı savunacak değilim, ama bu işte bir bit yeniği hissetmiyor değilim. Sigara içenlerin bu denli sağlığını düşünen bir adam, niye kendi sağlığına karşı bu kadar duyarsız olabilir, aklım almıyor.
Eğer Hoca’nın dayak yiyerek nam salmak ya da “en çok dayak yiyen profesör” ünvanıyla Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek gibi bir derdi yoksa, başka bir derdi var demektir.
Benimki tamamen bir tahmin... Öncelikle Hoca, insanlarla iletişim kurmayı bilmiyor bence... Bunun da bir sebebi var: Kendi doğrularına öylesine iman etmiş olmalı ki, başka insanlarla iletişim kurarken, kafasında kurguladığı meşruiyetten aldığı güçle kabalaşabiliyor bu nazik insan! Yani bana öyle geliyor, çünkü haber detaylarında bu yönde bir bilgi yok.
Tamam anladık, “sigara kötü”, “çevre duyarlığı iyi” bir şey... Ancak, bu “iyi” ve “kötü”yü, gerçekten “iyi” ve “kötü” olsalar bile bir inanç haline getirir, sonra da bunu insanlar üzerinde faşizan bir tahakküm aracı yaparsan olmaz. Peygamberlerin bile “Kardeşim, ben Allah’tan vahiy alıyorum, sen de kim oluyorsun?” diye bir tutum sergilediklerini duymadık. Eğer böyle yapsalardı, kendilerine milyonlarca insanı bağlayabilecekleri bir “iletişim” başarısı gösterebilirler miydi?
Belki zaman zaman hepimizin düştüğü bir hatadır bu... Kendi inandığımız doğruların neredeyse “kutsal bir reçete” olduğu vehmine kapılır, buna inanmayan herkesi de tahkir ve tezyif, hatta istiskal hakkı (Sözlüğe bakılabilir!) buluruz kendimizde... Hele bir de bizim gibi aynı doğrulara inanan kalabalıkları yanımızda hissediyorsak!
Kendi inandığımız doğrular, gerçekten “doğru” olabilir, ama yine de bu bize, faşizan ve tahakkümcü bir davranış hakkı vermez, veremez. Tabii, dayak atmayı marifet sayanlar da bu dairenin dışında değildir.
İlet(iş)im bunun için var!