30 Eylül 2007 Pazar

| Siz Ferrari’ye ya da “sır”lara takılmayın sakın... Bilgelik tüketilen değil, üretilen bir şeydir!

Susuzluktan dili dışarı sarkmış bir köpek nefes nefese göletin kenarına su içmeye gelir, fakat içmeden uzaklaşır. Tekrar gelir, suya dilini uzatır, yine içmez. Birkaç kez tekrarlanan bu olayı bir bilge dikkatle izlemekte ve köpeğin bu anlamsız davranışının nedeni anlamaya çalışmaktadır. [FOTOGRAFLAR: VLDR]


Bilge, köpeğin ürkerek neden su içmekten vazgeçtiğini sonunda anlar. Köpek susamıştır, ama gölete geldiğinde sudaki kendi yansımasını görüp korkmakta ve bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek dayanamayıp bir cesaretle kendini gölete atar. Göletin içine girdiğinde kendi yansımasını görmediği için rahat rahat suyunu içer.

O anda bilge düşünür: “Benim burada öğrendiğim şu oldu.” der. “Bir insanın istekleri ile arasındaki engel çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır.
İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.”

Ama biraz daha düşününce gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu anlar: “Aslında öğrendiğim şey şu ki, insanın, bir bilge bile olsa, bir köpekten de öğrenebileceği bilgi vardır.”



“Kişisel gelişim” ve “pozitif düşünme” türünden kitaplarda veya bu temalara sahip sitelerde yukarıdakine benzer birçok hikayeyle karşılaşabilirsiniz. Daha önce de yazmıştım... Doğrusu, bunlar benim pek ilgimi çekmiyor. Tabii çok kişisel bir şey bu... Tavır falan almıyorum yani, bu kitapların iyi tarafları da vardır mutlaka... Ki, belki yukarıdaki minik hikaye, yazının sonuna doğru bizim de işimize yarayabilir.

Robin S. Sharma’nın “Ferrari’sini Satan Bilge” adlı kitabı bu kitapların popülerlikte zirve yapmış olanlarından biridir. Biliyorsunuz, bu kitabı okumayan neredeyse kalmadı. 26 ülkede 17 dile çevrilen kitap, Amerika ve Kanada’da 1 milyonun üzerinde satmış. Türkiye satış rakamı ise, eğer edindiğim bilgi eski değilse 250 bin adet. Sharma, bu satış rakamlarıyla kim bilir daha kaç Ferrari alır?

Bugünlerde ise kitabı ve filmiyle bir Secret çılgınlığı yaşandığının farkındasınızdır.

Daha önce de bir yazı konusu yaptığım kavramları gözden geçirelim önce...

Veri (data): Veriler, bilgi işleme sürecinin temel malzemesidir. Çeşitli simgeler, harf, rakam ve işaretlerle temsil edilen, ham, işlenmemiş gerçeklerdir. Verinin yapılandırılmamış, düzenlenmemiş, ilişkilendirilmemiş ve hemen anlam verilemeyen bir bilgi olduğu belirtilmektedir.

Enformasyon (information): Enformasyon (malumat); işlenmiş, düzenlenmiş, ilişkilendirilmiş ve anlam katılmış veri olarak tanımlanmaktadır.

Bilgi (knowledge): Bilgi ise kişinin beynindedir, özümsenmiştir. Çalışma, öğrenme ve deneyim yoluyla elde edilenlerin toplamıdır. Enformasyondan farklı olarak kişilerin beyinlerinde yerleşmiş olan bilgi, onların enformasyonu yorumlamalarının sonucu olarak ortaya çıktığı söylenmektedir. Enformasyonun bilgiye dönüşmesi kendiliğinden olmaz; kişilerin aktif bir rol üstlenip algılama ve anlama yeteneklerini, uzmanlıklarını, deneyimlerini uygulamaya geçirmelerini gerektirir. Bilgi, açık bilgi (codified knowledge) ve örtük bilgi (tacit knowledge) şeklinde iki kategoride incelenmektedir.

Anlayış (understanding): Anlayış (kavrayış), bilgiden sonra en üst aşamaya geçişin sıçrama taşıdır. Veriden anlayışa gelinceye kadar önemli ölçüde niceliksel değişimler yaşanırken bu durakta niteliksel bir dönüşüm yaşanmaya başlar.

Bilgelik (wisdom): Bilgeliğe (hikmet, akıl) geçiş ise tamamen niteliksel bir yükselme durumudur. Akıl, erdem, değerler ve duygular bilgelikte aktif olarak rol alır. Bilgelik, bilginin sentez yoluyla tam anlamıyla bütünleştirilmesi ve sindirilmesi durumudur. Bilginin çok üzerinde bir yerdedir. Hatta ben, yaratıcılığı da bu mertebeye dahil ediyorum.

“Bilgelik”in “bilge olma durumu” anlamına geldiğini kabul etsek bile, ben, “bilge” ile “bilgelik”i, yukarıdaki yazıda ileri sürülen görüşler kapsamında “farklı” görme eğilimi taşıyorum. Evet, “bilge” olmak herkes için kolay ulaşılabilir bir mertebe olmayabilir, ama kapsamı daraltılmış “bilgelik”ler herkes için mümkündür/olmalıdır. Eğer bunu yapamazsak, bir alt mertebede takılıp sürekli bilgi yığma işiyle oyalar dururuz kendimizi... Şöyle de diyebiliriz: Bilgelik, az bilgiyle bile büyük sonuçlar elde etmek anlamı taşıyabilir.

Modern çağlar, daha önemlisi pozitivizm, belki “bilge” sayısını azaltmış olabilir, ama “bilgelikler”in kökünü kurutamamıştır. Her soruyu cevaplandıran tek gerçeğin akıl olduğunu söyleyen pozitivizmin, bilgeliğin diğer unsurlarına rağbet etmediğini, postmodern açılımların ise buna daha çok fırsat tanıdığını söylemiş olalım. Ancak konumuz, modern-postmodern tartışmasının dışında, bilgeliğin modern insanın da ihtiyacı olduğudur.

ODTÜ Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet İnam, kendisiyle yapılmış bir söyleşide şunları söylüyor: “Bilgelik içi boş bir söz değildir. Aslında bilimin kaynağı olan, bilimin içinden çıktığı bir sözcüktür, bilgelik, ya da bizim kültürümüzdeki deyimiyle ‘hikmet’. Dolayısıyla, o hikmetin, yani bilimin, yahut ilmin manasını bulmamıza yardımcı olabilecek bir sorgulamaya ihtiyacımız olduğu çok açıktır. Bu sorgulama, yalnızca teknolojinin gündemini belirleyen, teknolojiyi üreten Batı toplumlarının değil, bizim gibi teknolojinin müşterisi olan, teknolojiyi üretemeyen, gündemini belirleyemeyen kültürlerin de yapması gereken bir sorgulamadır. Bizim de içinde bulunduğumuz hayatı gözden geçirip yorumlamak için, böylesine bir başa dönüşe, yaradılışa dönüşe, hayatımızın anlamının ne olduğu sorusuyla hesaplaşmaya çok derinden ve acilen ihtiyacımız var diye düşünüyorum.”

Şimdi ise asıl meseleye gelelim. Birçok konuda olduğu gibi, modern insana, modern pazarlama yöntemleriyle, modern bilgelik imitasyonlarının arz edildiğini hepimiz biliyoruz. Yukarıda verdiğim iki kitap örneği bu imitasyonların en popüler olanları arasında yer alıyor.

Yani, Ferrari’yi satmak yerine, aslında modern kitlelelere bilgelik satılıyor. Kimseyi yadırgamıyorum ve suçlamıyorum. Sadece bir hususa dikkat çekmeye çalışıyorum ki, bilgelik, tüketilen değil, üretilen bir şeydir.

Şimdi, en baştaki hikayemize dönecek olursak, bilgece bir tutumla, bu imitasyon bilgeliklerden de, bilgeliğin tüketilen değil, üretilen bir şey olduğunu öğrenebiliriz.

Biraz daha dikkatli bakacak olursanız, Sharma’nın söylediklerinin önemli bir kısmını babaannenizden dinlemiş olduğunuzu fark edeceksiniz. Bunu fark ettiğinizde bilgeliğinizi de üretmeye başlarsınız.

Hadi, baştaki hikayeyi bir kez daha okuyun.