22 Ekim 2006 Pazar

| “Dünya yine de dönüyor!” diyemeyecek birisiyseniz, emin olun dünyanın döndüğünü de keşfedemezsiniz!

Zaman zaman kendisinden devşirmeler yapıyorum bu tarafa... Başlık olarak kullandığım cümle de ondan, yani Mustafa Zeyrek’ten alındı. Daha önce de söylediğim gibi, Zeyrek, yazılarını aforizmalar şeklinde, kısa kısa yazıyor. Benim bir sayfa da anlatabildiğim bir düşünceyi, o, bir cümlede aktarabiliyor yani... [ FOTOĞRAF: VLADIMIR LESTROVOY ]


“Tercihlerinizin işaret ettiği yön” başlıklı yazısında bloğumu örnek olarak kullanmış. Diyor ki: “Ben ne olup olmadığımı daha net görmek için bazen bir seçim yaparım ve o seçimi irdeleyerek anlarım ne olduğumu. Örneğin kendinizi bir jüri gibi görün ve bloglar arasında en iyi bloğu seçin. Eğer Selim Tuncer’in blogunu birinci seçiyorsanız; ayrıntılara inebilen, sosyal ve organizasyon yeteneği olan, güncel konulara duyarlı, insani yönü kuvvetli… bir insansınız demektir. Siz hangi bloğu seçerdiniz? Kendinize hiç tercihlerinizin penceresinden baktınız mı?”

Mustafa Zeyrek’e teşekkür ediyorum elbette; ama bu olumlu nitelikler, bizzat bana değil, aslında benim bloğumu birinci seçenlere ait oluyor, mantıksal olarak... Benden hatırlatması! Tabii başka bir dostun bloğunu birinci olarak seçerseniz başka olumlu niteliklere sahipsiniz demektir.

Adım geçtiğine göre bu yazıdan bahsetmeden duramazdım elbette, ama asıl amacım bu değildi. Mustafa Zeyrek’in, bloğunu güncellerken kullandığı bir tarz var; belli bir süre sessiz kalıyor, sonra art arda döküyor yazılarını... Sabah bloğuna girdiğimde yine böyle bir yıldız yağmuruyla karşılaştım.

Bazan beni eleştirenler oluyor, okuru eski yazılarına fazlaca yönlendiriyorsun diye... Hayır, eski yazılara değil, eskimeyen yazılara yönlendiriyorum. Benim bile o yazılarımı zaman zaman okuyup istifade ettiğim oluyor, okuru, özellikle de yeni okurlarımı niye yönlendirmeyeyim ki?

Zeyrek’in, güncelle ilintili yazılarının bile önemli bir bölümü dönüp bir daha bakmaya değecek nitelikte, ama en azından en yenileri burada bir demet haline getirmem iyi olacak.

Sadakat yaratmanın klasik yaklaşımlarında müşteri kendisine sadık bir figüran rolü biçildiğini hissediyor ve bu oyuna direniyordu muydu acaba? Veya güncel bir örnekle, reklamda konumladırma ne anlama geliyor dersiniz? Peki, doğru düşünce ile başarı arasındaki mesafe hakkında hiç kafa yordunuz mu? Eğer yorduysanız nasıl bir sonuca ulaştınız? Kahredici bir soru daha: Popüler kültüre nasıl dokunabilirsiniz, dokunurken anlam yoğunluğunu nasıl korursunuz? İş dünyasının bir başka açmazı: Yönetmek mi, kontrol etmek mi? Cevap: Yönetemeyen kontrol eder, bu kontrolün maliyeti ise güven ve sadakat zayıflığı olarak firmaya geri döner. Alın size, özellikle büyük hizmet markalarının gözden kaçırdığı bir gerçek daha: “Standartlaşmış iyi hizmet”le “uygun hizmet” arasında ne fark vardır? Standartlaşarak sıradanlaşmak ne demektir? Ve Sibel Can’lı bir reklam: Yem olduğunu belli eden bir tablo avına ulaşabilir mi?

Mustafa Zeyrek’in Pazarlama Köşesi isimli bloğunu, dizayn olarak zayıf, teknik olarak biraz dağılmış, imla konusunda da dikkatsiz bulduğumu söylemeliyim. Mazrufu ne kadar önemsiyorsam, zarf konusunda da o kadar kaygılıyım. En baştaki konuya, yani “tercihlerimizin işaret ettiği yön”e tekrar geri dönecek olursak, benim, Pazarlama Köşesi’ni bu olumsuzluklarına rağmen değerli buluyor olmam ne anlama geliyor, kendi kişiliğimle ilgili olarak nasıl bir ipucu veriyor?

Bal alacak çiceği biliyorum.