19 Ekim 2006 Perşembe

| Bir sonbahar sabahı “açık hava”da Yahya Kemal’e ve Sait Faik’e rastladım!

Şu güzel ve ilginç rastlantıya bakın ki, “Açık hava reklamları kent kimliği ve estetiğinin bütünleyici bir parçası olmak zorundadır artık!” başlıklı yazıyı yayımladığım gün, aynı anda bana ulaştırılmak üzere bir posta yola çıkıyor ve bugün benim elime ulaşıyor. Açık hava materyalleri baskısı yapan Basımevi’nin ortaklarından İsmail Cantürk, İbrahim Akman ve aşağıda açıklayacağım projenin yönetmeni Adem Yılmaz’ın imzalarını taşıyan bir basın bülteniydi bu... Bültenin başlığı: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne şiir gibi teklif...

Şiir gibi teklif ne olabilir diye bülteni ilgiyle okurken anlıyorum ki, Basımevi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı’na bir sponsorluk önerisi götürüyor: Doğum ya da ölüm yıldönümlerinde anılan, sanat yaşamlarının belli dönemlerinde haklarında etkinlikler düzenlenen sanatçılarımızı daha geniş kitlelerle buluşturacak kampanyalar düzenlemek ve açık havada, yani ‘billboard’larda, duraklarda eserlerinden kısa, tadımlık alıntılara yer vermek...

Basımevi projeyi İstanbul şairi Yahya Kemal’le başlatmayı düşünüyor. Ardından da Mehmet Akif’ten Cahit Sıtkı’ya, Nazım Hikmet’ten A. Hamdi Tanpınar’a, Attila İlhan’dan Cahit Zarifoğlu’na, Behçet Necatigil’den Ahmet Muhip Dranas’a kadar birçok şairin eserlerinden örneklerle devam ettirmeyi düşünüyor.

Ben, “açık hava reklamları, kent kimliği ve kent estetiği” diye sayıklarken, İbrahim Akman, İsmail Cantürk ve Adem Yılmaz gerçekten hoş bir projeyi hayata geçirmek için çoktan ilk adımı atmışlar bile... Şöyle diyorlar: “Açık hava reklamcılığı sektöründe faaliyet gösteren bir kurum olarak İstanbul’un estetiğine katkıda bulunmayı kurumsal bir görev kabul ediyoruz. Bu şehir, açık hava reklam mecraının kullanımı açısından da bir kültür sanat şehri olduğunu hepimize hissettirmelidir. Şehirde yaşayanlara bu kentin İstanbul olduğunu hatırlatacak şeylerden biri, belki de en başta geleni şiirdir. Şiire, sanata vefa borcumuz var. Dünya kültür başkenti olma hazırlığı sürecinde, İstanbul’un her şeyden önce bir kültür şehri olduğunun en doğal yoldan hatırlanması anlamına geliyor bu...”

Buyurun işte! Bence bu sorumlu davranışı yalnızca alkışlamak yetmez, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere katkıda bulunabilecek imkanı olan herkesin elinden geleni yapması gerekiyor. Grafik tasarımcıları ve fotoğraf sanatçıları da bu panoların hazırlanmasına destek verebilirler. Hatta Basımevi, bir seçici kurul oluşturup bu hareketi bir yarışmaya, panoları da seçilmiş eserlerin sergilendiği sanat galerisine dönüştürebilir; ünlü şairlerimizin şiirleriyle birlikte bu şiirleri bir grafik esere dönüştüren sanatçıların adları da İstanbul caddelerini süslemiş olur.


Bu projeden haberdar olunca, Cengiz Özdemir’in genel müdürlüğü döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından yayımlanan, benim de kreatif direktörlüğünü yaptığım “Şiir Şehir İstanbul” adlı eser geldi aklıma... Bir kitap ve CD’den oluşan eserde, ünlü şairlerimizin İstanbul’a dair yazdıkları şiirler yer almış, aralarında rahmetli Cem Karaca’nın da bulunduğu ünlü sanatçılar da bu şiirleri seslendirmişti. Bu eser, şiir şehir İstanbul’a güzel bir hediyeydi gerçekten...

Söz şiirden ve İstanbul’dan açılmışken bu eserden bir şiir aktarmak isterim. Daha doğrusu Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun upuzun şiiri İstanbul Destanı’ndan kısacık bir bölüm:
İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli
Demindenberi senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli
Bu arada, daha önceki yazımda şöyle bir dipnot yer alıyordu: “Eğer yabancı bir sözcüğü cümle içinde Türkçe sözcük gibi kullanmak zorundaysanız, yazım kuralına göre onu tek tırnak arasına almak zorundasınız. ‘Billboard’ yazarken tırnak açıp kapatmaktan yoruldum. Şu isimler konusuna el atmak da artık sizin işiniz Mustafa... Siz ne derseniz herkes de size uyar. Hadi bakalım!” Şimdi de Basımevi’ndeki dostlara sesleniyorum: Hadi bakalım İsmail, İbrahim ve Adem! Siz de tutun şu işin bir kenarından... “Bu sabah bir ‘citylight’ta Yahya Kemal, bir ‘megaboard’da Nazım Hikmet okudum.” demek içimize sinebilecek mi?

TDK’dan da bir şey beklemeyin. Çünkü onlar için henüz “açık hava reklamı” diye bir şey yok ki, sizin ‘billobard’unuzla ilgilensinler. “Açık hava sineması”, “açık hava tiyatrosu” gibi birleşik sözcükler var, TDK’ya göre bu sözcükler birleşik yazılmıyor, analoji yoluyla ben de “açık hava”yı böyle kullandım. Bilginize...

Tekrar tebrikler.

Güncelleme [ 19 EKİM 2006 ]

Bugün Basımevi’nden projenin yöneticisi Adem Yılmaz aradı. İşin daha da ilginç yanı, bu teklif, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı’na, kültür, sanat, medeniyet ve edebiyat dergisi Yedi İklim’de yayımlanan bir ilan üzerinden yapılmış.


Ekim 2006 tarihli 199’uncu sayısı itibariyle şair (ve reklam yazarı) Cevdet Karal editörlüğünde yepyeni bir yaklaşımla ve “Şu dünyanın kahrolasılıklarını ateşe vermek isteyen ruh hâli! Edebiyat sana muhtaç.” diyerek yayın hayatını sürdüren Yedi İklim’in ön kapağı içinde, kapalı bir zarfta yer alan teklif mektubu aslında “açık mektup” niteliği taşıyor.

“Açık hava” için “açık teklif”... Güzel.