11 Temmuz 2006 Salı

| “Yeteri kadar tüketemeyenlerin tüketme haklarını özgürce kullanabilecekleri bir dünyayı gerçekleştirebileceğimize inanıyorum.”

Daha önceki bir postada da yazmıştım: Prof. Dr. Yavuz Odabaşı’nın, birinci baskısı 1999 yılında yapılan ve tükendiği için uzun zamandır piyasada bulunamayan “Tüketim Kültürü: Yetinen Toplumdan Tüketen Topluma” isimli kitabının geçtiğimiz ay yeni baskısı yapıldı. Bunun üzerine Özgür Alaz’ın teklifiyle bir blog turu düzenleme kararı alındı, Hoca da bunu kabul etti. (Blog turunun ne demek olduğunu bilmeyenlerdenseniz bkz. Ben biliyorum:)


Hemen Hoca’yı bunaltmak, terletmek, cendereye almak, hadi belki biraz da kendisinden bir şeyler öğrenmek için Özgür Alaz, Prof. Dr. İsmail Kaya, Selim Yörük, Onur Yüksel, Marketing Post ve A. Selim Tuncer’den oluşan acil bir blog timi kuruldu. Ama heyhat ki, Hoca’da bunalacak, terleyecek bir hal yok. Sükunetle ve tatlı tatlı sorularımızı cevaplıyor. Neyse, tabii ki bizim asıl amacımız sorularımıza cevap almak ve bunları size aktarmaktı. Gerisi latife...

SORU:

Hocam, bir yandan “aracı” medya kuruluşları tüketim kültürünü empoze ederek “tüketici yurttaş” yaratma çabası sergilerken diğer yandan buna karşı bir tavrın, tüketici haklarıyla ilgili bir kültürün ve hukuki altyapının oluşturulmaya, geliştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Siz de bu kitabınızda, bir bilim adamı sorumluluğu ve bir etelektüel içtenliğiyle tüketim alışkanlıklarının yarattığı köleliğe karşı çıkarken, diğer yandan, sahip olduğunuz “pazarlamacı” kimliğinizle, tüketim kültürünün oluşmasına hizmet eden “talep yaratma” amacını zımnen desteklemiş olmuyor musunuz? (Tabii kıyısından köşesinden de olsa, biz de!) Bu durum nedeniyle, kendi içinizde bir ikilem ve açmaz yaşadığınızı düşünüyor musunuz? Bu bağlamda, “yetinen toplum”la “pazarlama” ilişkisini nasıl kurguluyorsunuz?

CEVAP:

“Yaşamdaki her konunun olduğu gibi tüketim ve kültürünün de kendi içerisinde olumlu ve olumsuz yönleri bulunduğu bilincinde olmamız gerekiyor. Herkes gibi bende de bu çelişki zaman zaman söz konusu olabilmekte. Söylediğiniz gibi, bir taraftan tüketimden vazgeçememek diğer taraftan da tüketimin yaratabileceği israf ve olumsuzluklar, yaşantımızdaki çelişkilerden bir tanesidir. Ancak kişisel kanaatime göre, insanlığın geldiği noktada tüketimle ilgili olumsuzlukların olabildiğince azaltılabileceğine ve hepsinden daha önemlisi, dünyamızda ve çevremizde henüz daha yeteri kadar tüketemeyen insanların tüketme haklarını özgürce kullanabilecekleri bir dünyayı gerçekleştirebileceğimize olan inancım sonsuz. Bu konudaki en önemli göstergeler, bilim, sanat ve teknoloji alanlarındaki gelişmelerdir diyebiliriz.

Günümüzdeki anlamıyla yetinen toplum aslında sürdürülebilir tüketimi ve üretimi gerçekleştirebilen toplumdur. Sürdürülebilir pazarlama, sürdürülebilir kalkınma bu bağlamda çok anlam ifade ediyor. Sürdürülebilirlikten kastımız minimum değil optimumdur. Yani yarın için bugünü feda etmeden pazarlama ve büyümedir. Pakistan’ın Sialkot bölgesindeki çocuk işçilerinin çok kötü şartlar altında, yok denecek bir ücrette çalışmak zorunda bırakılmış olmaları ve sömürülmeleri, yetinen toplum bireyi olarak düşünülmemelidir. Bütün bunların yanında her şeyin sürdürerülebilir bir boyuta indirgendiği bir dünyada özellikle kazançların da sürdürülebilir bir boyuta getirilmesiyle, denge ve uyum sağlanabilecek gibi görünüyor. Bu nedenle, paylaşım ve fedakarlık üreticiden tüketiciye kadar geçen bir süreç içerisindeki tüm insanların üzerinde düşünmesi gereken bir tüketim kültürü unsuru haline gelmiştir.”

Yavuz Hoca’ya teşekkür ederiz.

Edit [19 TEMMUZ 2006]

Tamamlanan blog turunun diğer durakları:

ÖZGÜR ALAZ
PROF. DR. İSMAİL KAYA
SELİM YÖRÜK
ONUR YÜKSEL
MARKETING POST