17 Temmuz 2006 Pazartesi

| Pazar günleri siz ne yapıyorsunuz?


Yukarıda, A. Selim Tuncer | Diyalog’la ilgili geçtiğimiz haftanın ziyaretçi istatistiklerini görüyorsunuz. Aslında bu blog için “ziyaretçi” yerine “okur” demek daha doğru olacaktır. Müze mi burası?

Haftanın Cumartesi’ye kadarki altı gününden sonra Pazar gününün okur sayısındaki dramatik düşüşü görüyorsunuz. Oysa bence, en güzel blog okuma günü Pazar’dır. Geleneksel medyada Pazar günlerindeki artışa karşılık, internetteki genel ziyaretçi düşüşünü pek anlamlandıramıyorum. Bunu, evlerde bilgisayar ve internet bağlantısı sayısının düşüklüğüne mi bağlamak gerekiyor acaba? Bir yerlerde bu konuyla ilgili açıklama vardır, ama ben bilmiyorum.

Pazar günleriyle ilgili olarak bana şöyle bir proğram mantıklı geliyor, bir tavsiye yani: Tamam, Cumartesi gecesi çeşitli nedenlerle eve biraz geç geldiniz. E, haftanın yorgunluğu da var. Pazar sabahı diğer günlere göre biraz daha fazla uyumak hakkınız. Öğle saatlerinden biraz önce kalktınız ve mükellef kahvaltı sofranıza oturdunuz. Şimdi şımarıklık yapmayayım, kahvaltı masanıza dizüstü bilgisayarınızı götürün demeyeceğim, çayınızı yudumlarken Pazar gazetelerinizi okuyun. Onların da biraz daha yaşaması gerekiyor. (Yalnız, dikkat edin elinize bulaşan mürekkebi bir şekilde ağzınıza götürmekten kaçının, ne de olsa kimyasal!) Gazetelerin cafcaflı fotoğraflarıyla falan uyku mahmurluğunuz da geçmiştir. Şimdi...

Şimdi bilgisayarınızın başına geçin ve bloglarda gezinin. Hafta içinde alelacele göz attığınız yazı ve yorumları şöyle kahvaltı üzerine sindirerek bir daha okuyun. Eklenen yeni yazılar da vardır mutlaka... Sonra, şu konuda benim de görüşlerim vardı dediğiniz, fakat hafta içinin iş telaşıyla pek ilgilenemediğiniz yazılara rahat rahat yorumlarınızı yazın. Katılın ve keyfini çıkarın yani. Etkileşimli bir mecrayla karşı karşıya olduğunuzu unutmayın. Kahvaltı sofranızdaki alışkanlığınızı şimdi bırakın, buralarda bir köşe yazarı okumuyorsunuz. Görüşlere katılın, reddedin, itiraz edin, katkıda bulunun. Hem de hemen. Neredeyse her blog yazarı küfür ve hakaret hariç her türlü yorumunuzu saygıyla ve tahammülle karşılayacaktır. Onun için onların bloğu var zaten. Ancak buna tahammül gösteremeyecek olanlar kendilerini sipere atarlar. Oysa bloglar açık alan, tam bir platform yani. Tekrar hatırlatayım, siperinden atış yapan bir köşe yazarı yok burada. Siz de bu tarafa atış yapabilirsiniz. İşte size enfes bir Pazar etkinliği...

Öğlen saatlerini aştınız. Evliyseniz ve çocuklarınız varsa mızıldanmaya başlarlar artık. Onlara karşı da sorumluluklarınız var. Bekarsanız sorun yok, biraz daha takılabilirsiniz buralara.

Artık, İstanbul’daysanız Belgrad ormanına mı gidersiniz, Kanyon ya da Akmerkez’e mi, yoksa Boğaz’da bir balık mı (Pafuli’nin tuzda levreğini tavsiye ederim) yemek istersiniz, orası sizin bileceğiniz (daha doğrusu çocukların bileceği) bir iş. Belki de biraz daha uzaklara kaçarsınız, Maşukiye, Sapanca, Karaburun (Ümit Kılıç’ın Gizli Bahçe’si, Kalkanlar muhteşem...), Fenerköy... Ankara’daysanız, pek bilmem, Gölbaşı falan mı oluyor? Neyse, her kentin nefes alacak yerleri vardır mutlaka...

Bakın, iki dostun reklamını yaptım. Ama haksız rekabet gibi bir durum söz konusu değil bu mecrada... Yorum kapısı açık, sıralayın siz de dostlarınızın mekanlarını... Veya beğendiğiniz, tavsiye edeceğiniz yerleri. Yanıltıcı olmasın yeter, hiçbir sınır yok, görüyorsunuz.

Eve döndünüz. Yatmadan önce bir blog turu daha öneririm. Yazdığınız yorumlara cevaplar gelmiştir, vakit geçirmeden sizin de yazmanız gerekiyordur falan... Ne güzel.

Siz Pazar günü bizi bırakıp gidiyorsanız, benden de bu Pazartesi size bundan başka yazı yok. :) Oysa ne keyifli mevzularım vardı.


Karaburun dedim ya... Burası İstanbul’un Karadeniz’e açılan köylerinden biri. Kemerburgaz yolu üzerinden gidiliyor. Gizli Bahçe’nin sahibi Türk gıda sektörünün bahtsız duayenlerinden biri; Ümit Kılıç. Büyük fotoğrafta ayakta duran şaşkın ihtiyar o. Şöminenin yanındaki eşi Belma Yenge oluyor. Restoranı birlikte işletiyorlar. Bir gittiğimde İbrahim Sadri’yle karşılaşmıştık, o da sağdaki. Burada Ümit Abi’nin Anadolu’nun çeşitli yörelerinden taşıdığı otantik yiyeceklerle tanışabilir, hemen tekneden alınmış balıklardan yiyebilir, kışın şöminenin başında, yazın bahçede canlı fasıl, türkü dinleyebilir ya da zaman zaman Macar, Romen gibi otantik müzik gruplarının performansına tanık olabilirsiniz. O da olmadı kırık dökük bir gramofondan Hafız Burhan dinleyebilirsiniz. Denizi düşünmeyin, bazan öyle yağmur bastırır ki, balıkçı motorları deniz canavarı görmüş gibi yuvalarına koşuştururlar. Garsonun yetişemediği yerde siparişinizi mutfaktan kendiniz almayı becerebilecekseniz ilginenin. Eviniz gibi, fazlaca...