5 Temmuz 2006 Çarşamba

| Canlı bir et parçasına nasıl tutkulu ve vazgeçilmez bir aşkla bağlanırsınız?

Şu yaman çelişkiyi aklınız alıyor mu? Bir annenin, karnındaki üç aylık bir bebeğin neşterle paramparça edilmesine kendi iradesiyle rıza göstermesine bazan içgüdüsel annelik tepkileri bile engel olamazken, aynı annenin, dünyaya gelmiş üç aylık bebeğinin tırnağına zarar gelmesi halinde dünyaları yıkacak, kendini ateşe atacak kadar farklı bir tepki vermesini nasıl yorumluyorsunuz? Buna yalnızca annelik içgüdüsü diyorsanız, o bebek içerideyken aynı annelik içgüdüsü faaliyete geçmiyor da, neden dışarıdayken kabarıveriyor?


Bunu, bir biyolojik organlar toplamının doğumdan sonra kişilik kazanması, gülmesi, ağlaması, tepkiler vermesi, yemesi, içmesi, başka insanlardan bambaşka bir kimlik taşıdığının zamanla ortaya çıkması, konuşması, yürümesi ve zaman içinde bir şahsiyet olarak kendini ifade etmesi gibi saymakla bitmeyecek “biricik” olma özellikleriyle açıklayabilir miyiz? Ya deneyimler, anılar, öyküler...


O “şahsiyet”, sadece annesine değil, babadan ve en yakın çevreden başlayarak gittikçe genişleyen bir sosyal ortama da kendisini sevdirir ve kabul ettirir. Veya tam tersi!

Zihninizde döllenen bir fikir; sağlıklı bir ortam, gerekli ekip ve ekipman, yetkin uzmanlar marifetiyle yaşam bulabilir. Onun bir et parçasından, yani bir üründen markaya dönüşebilmesi de ancak dünyaya kazandırılmasıyla mümkündür. Dünyaya gelmek ilk adımı atmak demektir. Ondan sonraki öykü, yukarıdaki öyküyle o kadar çok benzerlikler taşıyor ki.


Bugünlerde Cannes’da ödül alan işleri izliyoruz. Cannes 2006’da basın dalında Bronze Lion alan Legends prezervatiflerinin ilanlarını (Clemenger BBDO Sydney) Meltem’in bloğunda da görünce bu konuyla bir ilinti kurmak durumunda kaldım. Yukarıdaki görüşleri destekleyen veya çürüten bir yanı yok bu işlerin... Sadece bir ilinti var, o kadar.

Meltem’le sobetimizi buraya alıp bitiriyorum:

A. Selim Tuncer: Bu ilanların açık mesajı ne? Benim anladığım gibi mi acaba? Bir cümleyle aktarabilir misin Meltem?

Meltem Günyüzlü: Selim Abi, prezervatif, istenmeyen gebeliklere olduğu kadar cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı bir korunma yolu olsa da bu ve benzeri stratejiler çocuk sahibi olmak istemeyen bireyleri hedef alıyor. “Gelecekte başınıza bela olabilecek çocuklardan kurtulmak için korunun!” gibi rahatsız edici bir mesaj alıyorum ben bu ilanlardan. Daha önce de rastlamıştık markette ağlayarak babasını çıldırtan çocuklara. Fikir eski ve rahatsız edici olsa da uygulama başarılı...

A. Selim Tuncer: Cenin ile çocuk arasındaki fark korkunç bir şeydir, biliyorsun. Bir anne adayı karnındaki üç aylık bebeği öldürtebilir, ama dünyaya gelmiş üç aylık bebeğin tırnağına bir zarar gelse dünyaları yıkar. Ben bunu ürünle marka arasındaki farka benzetirim. Bu konuyla ilgili bir yazı yazmayı düşünüyordum. Bu ilanları daha önce de görmüştüm, ama senin bloğunda da görünce beni birden duraksattı. Acaba benim görmediğim bir şey mi var kuşkusuna kapıldım. Aynı mesajı almışız, farklı bir şey yok yani. Buradan bakınca, bu ilanların muhatapları prezervatif kullanmayı bırakmazlar elbette, ama bu markaya karşı negatif bir duygu oluşur diye düşünüyorum. Sydneyliler’i bilmem ama! Yani her şey yaratıcılık değil.

Bu arada, bu görsellerden “Prezervatif kullanarak aslında bu yavruları boğuyorsunuz.” şeklinde bizim Diyanet İşleri Başkanlığı ya da Vatikan gibi kurumlara doğum kontrolü karşıtı bir kampanya da hazırlanabilir.

Meltem Günyüzlü: Aslında bu işleri bloguma almamın sebebi çok yaratıcı olmalarından değil belki de biraz eleştirmek içindi... Konuyu açtığın için sağol :)