30 Temmuz 2006 Pazar

| Ben bu kadını sevmiştim

Gole dönüştü mü bilmiyorum, geçenlerde Alper Akcan’ın ilk5’inden gelen bir pas almıştım. Konu 80’lerin modasıydı. Modayla sınırlı olarak bir şeyler karaladım. Oysa 80’ler üzerine konuşulacak o kadar çok şey var ki! Mecal bulursak belki zaman zaman değiniriz.

O zaman bizim yaşımızdakiler için 80’lerin “kült”lerinden biri de Erkekçe dergisiydi. Gırgır ve Fırt’ın yabancı dergilerden araklama ikinci sayfa güzellerinden sonra, ilk kez cinsel konuların aylık dergi formatında yer aldığı, “Bu sadece bir seks dergisi değil ha!” dedirtmek için numaradan da olsa bazı ciddi röportajların yayımlandığı, en önemlisi ise genç erkeklere göz ziyafeti kabilinden yerli güzellerin bugün için belki yarı çıplak denilebilecek pozlarının sergilendiği bir dergiydi Erkekçe... Hıncal Uluç’un yayın yönetmeni olduğu bu dergiye o dönemler kimlerin poz verdiğini saymayayım, içlerinde şimdi çoluk çocuk sahibi olanlar var.


Erkekçe’nin ardından yine Gelişim Yayınları tarafından Kadınca çıkarıldı. (Yani ben Erkekçe’den sonra çıktığını sanıyorum, yanılıyor olabilirim.) Derginin yayın yönetmeniydi, Duygu Asena adını o zamanlar duymaya başladık. Feminizm falan gibi lafları da ilk kez o zaman mı duymuştuk acaba? Belki daha önce de olabilir, zamanları biraz karıştırabilirim.

Türkiye bir karabasandan çıkmış, askeri darbe olmuş, ülke bir sürü iç ve dış sorunla boğuşurken bu feminizm gibi yeni icatlar da nerden çıkmıştı böyle? Uzatmayacağım, delikanlı adamlar olarak gıcıktık bu kadına! Zaten dergisinin de bizim için okunacak:) bir tarafı yoktu! Sonra da, bir “Kadının Adı Yok” dalgası yayıldı ortalığa... Ona daha fazla gıcık olmak için yeni bir neden yani! (Kitabın adını hâlâ çok başarılı bulurum. Bir dönem reklamcılık yapmasından kaynaklı olabilir mi?)

Zaman bizi değiştirdiği gibi elbette onu da değiştirmiştir. “Kadının Adı Yok” dahil, hiçbir kitabını okumadım. Kendisini tanıma imkanım da olmadı.

Yıllardır gazete ve dergi köşelerinde röportajlarına rastlar, göz atardım. Televizyon programlarına çıktığında can kulağıyla dinlemesem de, kulak verirdim işte!

Çok açık yazacağım, feminist hareketlere bir diyeceğim yok, ama temsilcilerine hâlâ mesafeliyim. Tabii ki bir genelleme olmasın, aklı başında herkesi tenzih ederim, ancak bu sözcülerin çoğu makul bir hak arama konumundan daha çok “yırtıkça” bir çıtır çıkarma tavrındadırlar. Ya da bana mı öyle geliyor?

Zaman içinde medya aracılığıyla izleyebildiğim kadarıyla Duygu Asena öyle değildi. Sonradan bende hep iyi bir insan izlenimi bıraktı.

Bana göre gerçekten bir derdi, bir kaygısı vardı. Samimiydi. Yüzüne sürekli mütebessim bir hüzün hakimdi. Yumuk gözlerinin altındaki erken kırışıklıklar hüznünü ve olgunluğunu destekliyordu. Şöhretine rağmen alçakgönüllü görünüyordu. Makul perdeden bir ses tonuyla konuşur, hafif titrek sesiyle ve çoğu zaman gülümser bir edayla bizi ikna etmeye çalışırdı. Belki derin bir entelektüel değildi, ama yaydığı pozitif duygu etkiliydi. Hoş bir hanımdı aynı zamanda. Kim ne derse desin, bende bıraktığı duygu buydu.

Bugün öldüğünü duydum ve bunlar geçti aklımdan bir bir... Kimileri “Türk kadın hareketinin...” falan diye başlayan ifadelerle bir şeyler söyleyeceklerdir. İşin o tarafını zaten yeterince bilmiyorum, ama ben bunları yazmaya borçlu hissettim kendimi. Hakkını helal etsin diye...

Sevmiştim. Hüznü neşeye dönüşsün gittiği yerde...