8 Haziran 2006 Perşembe

Yani, adam biz ne yaparsak onu yazmıyor mu? Hayır, o ne yazarsa siz onu yapıyorsunuz.

Genç bir yazar arkadaşla yazıştık. Adı Çağrı Ural. Bir mailinde bana kısaca kendisini tanıttı ve tanışma isteğini dile getirdi:
“...
Müsait olduğunuz bir zamanda sizinle tanışmayı çok isterim. Bir kahve ısmarlarsınız değil mi? Çay da olur... (Kahve dediğim Türk kahvesi. Gerçi sütlü Nescafe de olur. Aslında havalar ısındı, soğuk bir şey de olur. Limonata süper olur.)”


Maili aldığım hafta çok yoğundum. Çağrı’ya durumu bildirdim ve: “Haftaya Salı günü senden “kahve” parolalı bir mail bekliyorum.” dedim.

Kendisinden “Parola: Kahve!” başlıklı bir mail-öykü aldım. Aslında meramını değişik tarzlarla anlatmaya çalışan yazışmalardan pek hazzetmem. Fakat Çağrı’nın, bunu da tahmin ederek kaleme aldığı bu öyküden, içindeki bazı çağrışımlardan, sinemaya bulaşmışlığının emarelerinden gerçekten hazzettim. Sizinle paylaşacak kadar…



Parola: Kahve!

Yağmurlu bir gece. Kaldırımda şıpırtılar. Sokak lambası titrek. Bir apartman. Loş bir koridor. Alt kata doğru kaybolan ayak sesi. Terli bir ense. Kıllı bir el enseyi kaşıyor. Adam siyah paltosunu sırtına almış, ayağında terlikleri... Bir kapıyı çalıyor. Tak tak! “Kahve!” diyor adam. Kapının ardındaki hemen cevap veriyor:

- Özgürlük.

Kapının ardındaki delikanlı derhal kapıyı açıyor. Karşısındakini görünce, örtüyor hemen kapıyı.

- Kimsin?
- Oğlum beni tanımadın mı? Üst katta oturuyorum!

Delikanlı adamı hatırlıyor. “Bu saatte ne işi var? Bu işte bi iş var.” diye düşünüyor. “Eğer konuşmazsam şüphe çekeriz, içeri almadan konuşur, kapıdan savarım.” diyor kendi kendine.

Kapının ardındaki delikanlı, kapıyı aralıyor.

- Ne istemiştiniz?
- Evladım ben üst katta oturuyorum. Bu saatte rahatsızlık vermek istemezdim ama... Misafir geldi. Varsa biraz kahve...
- Ha! Tamam amca sen dışarda bekle. Mutfağa bakayım.
- O ne lan?!
- Ne ne?
- Bunlar el bombası değil mi?
- Yok be, nerden çıkarıyosun? Taş bunlar, taş.
- Aaa! TNT bu! TNT değil mi bu?
- Yok be amca. TNT ne demek?
- Bırak şimdi, ne yapıyosunuz siz bunlarla? Molotof da varmış.
- Öff! Amca ne yaptın sen ya?
- Neden eline bıçak aldın?
- Bi düşün bakalım.
- Ben askerden biliyorum TNT bunlar. Ayrıca yakın dövüşte iyiyimdir. Hiç tavsiye etmem o bıçağı kullanmanı.
- Başıma bela mısın ulan sen!
- Anladım. Burası örgüt evi. “Kahve” parolaydı. İşaret de “özgürlük”.
- Çok zekisin amca. Aferin be! Çok zekisin. Ne işine yarıyosa artık bu zeka?..
- Ne demek ne işime yarıyo?
- Adam senden “kahve” parolalı mail istedi diye bunu mu yumurtladın yani? Aklına ilk bu mu geldi?
- Aklıma ilk bu geldi.
- Parola “kahve”. Aferin. İşaret de “özgürlük”. Aferin.
- Sizin örgütün adı ne?
-Nasılsa öleceksin. Söyleyebilirim. KZDFPOG-KDU-PC
- Fraksiyonunuzu ... sizin.
- Bak doğru konuş. Bunlar senin anlayabileceğin şeyler değil. Rüyalarımız var bizim. Sen anlamazsın!
- Vardır vardır. Boş laf çok sizin gibilerde. Sloganlarınız da vardır sizin. Hangi ajansla çalışıyosunuz? Lafı uzatmayalım istersen.
- Niye uzatmayalım ki? Adam okur işte.
- Niye okusun? Sıkılır. Okumaz.
- Niye sıkılsın ki?
- İnsan psikolojik olarak e-postanın kısa olmasını bekler. Çoktan başlamıştır farenin ‘scroll’uyla oynamaya.
- Diyosun.
- Şimdi bak, biz bu şekilde sonsuza kadar konuşabiliriz. Çağrı da yazar hepsini. Bu işin sonu yok. Bi düşün bakalım, kime ne faydası var?
- Nasıl yani?
- Yani kimseye faydası yok bunun. Selim Bey bunu okumaz.
- Sen tanıyo musun Selim Bey’i?
- Yok ulan. Bana ne? İşim olmaz.
- Ne iş yaparsın?
- Polisim.
- Hassiktir!
- Yok yok. Şaka lan. Marketimiz var bizim. Uzay Market’i biliyon mu?
- Müneccimbaşı’nın köşesinde?
- Ha evet, o.
- Ulan koskoca marketin var, kahve istemeye bize geliyosun?
- N’apayım? Bu saatte gidip dükkanı mı açayım?
- Okunduğu gibi konuş. “Napiym? Bu saatte gidip dükkanı mı açiym?” de. Hiç sevmem senin gibi konuşan karakteri.
- Ukalalığın âlemi yok. İnsan evladı gibi konuşucaksan konuş. Ben senden kaç yaş büyüğüm. Terbiyeli ol.
- Neticede seni öldürmek zorundayım, biliyosun di’mi?
- Adam gibi öldüreceksen öldür. Terbiyesizlik etme.
- Boğazliym mi seni?
- Boğazla. Tabancan var mı?
- Var, ama ses çıksın istemiyorum.
- Boğazlanmak hoşuma gitmiyo aslında. Bedava gitmek istemiyorum. Hiç olmazsa bi kurşun feda et benim için.
- Acıklıymış.
- Öyledir.

Derken... Kapı çalınıyor. Tak tak!

- Kahve!
- Özgürlük!

Neyse lafı uzatmayalım. İçeriye üç genç erkek giriyor. Konuşuyorlar.

- Ne haber?
- Lahmacun aldık oğlum!
- Abi çok acıktım ya!

Delikanlı adamı göremez.

- Nereye gitti bu herif be?

Bir de bakarlar ki adam eline bir elbombası almış, onları tehdit ediyor.

- Yaklaşmayın ulan. Havaya uçarsınız!

Gençler pek aldırmazlar.

- Havaya mı uçarız?
- Amca bırak saçmalama ya!
- Kim lan bu herif?
- Abi üst kattaki dallama. “Kahve” dediği için kapıyı açtım. Meğer kahve istemeye gelmiş herif.
- Demiştim “kahve” diye parola olmaz diye.
- İşaret de “özgürlük” olmazdı zaten. İki heceli olması lazım. Kaç kere söyledim.
- Neyse artık. N’apıcaz?

Adam sinirlenir.

- Kendi aranızda konuşmayın ulan. Çekilin önümden. Önümü açın! Haydi!
- Nereye?
- Adam çok komik lan.
- Ben çıkana kadar kımıldarsanız patlatırım. Vallahi patlatırım.
- Abi sahte onlar. El bombası sahte abi!
- Nasıl sahte lan! Adamı hasta etme. Patlatırım diyorum.

Gençler adamın üstüne yürürler. Adamın şakası yokmuş meğer. Çeker pimi. Patlamaz bir şey...

- Ulan!
- Biz dedik sana sahte diye.
- Ne yapıyosunuz lan sahte bombayı?
- Biz tiyatrocuyuz. Oyunumuzda kullanıyoruz bunları.
- Sahi mi?
- Sahi.
- Bütün o örgüt şeyleri falan... Hepsi numaraydı yani?
- Evet. Prova yapıyoruz.
- Ohh! Çok rahatladım.
- Sen şimdi inandın mı bizim tiyatrocu olduğumuza?
- Eee... İnanmak derken... İnandım, evet. İnanmak istiyorum çünkü.
- Abi öldürelim adamı da öykü bitsin.
- Peki öldürelim.
- Lahmacunlar soğuyo.
- Gençler yapmayın aaaahhhğğehhşş!
- Ölmüyo abi bu.
- Boğmakla ölmüyo adam. Başka bi’şey yapalım.
- Kafasını keselim. Getir bıçağı.
- Kesmiyo abi.
- Nasıl kesmez lan!
- Şakağına sıkalım. Tabancayı ver.

Dan!

- Öldü mü?
- Yok yahu! Kan falan da akmıyo. Bi iş var bunda.
- Çocuklar beni öldüremezsiniz.
- Nedenmiş o?
- Komedi bu çünkü... Yazar izin vermiyo.
- Adam biz ne yaparsak onu yazmıyor mu?
- Hayır, o ne yazarsa siz onu yapıyorsunuz.
- Senin ölmen de komik olur. Ben gülerim mesela.
- Artık bilemem. Bu tercih meselesidir. İsterseniz oturun lahmacunlarınızı yiyin. İsterseniz beni bırakın gideyim.
- Gidiym diyeceksin. Gideyim deme. Öğretemedim sana şunu!
- İyi git hadi.
- Nasıl yani abi? Salıyo muyuz herifi ciddi ciddi?
- Başka çaremiz yok. Adamı burda hapsedelim desen. O da olmaz. Komik olmayacağı için.
- Yazar izin vermez diyosun.
- Evet.
- E n’apalım. Bırakalım gitsin.
- Aferin çocuklar. Aferin.
- Hadi git sağlıcakla.
- Çocuklar lahmacun da ne güzel koktu di mi?
- Verin iki lahmacun herife. Siktirsin gitsin!