5 Haziran 2006 Pazartesi

| Olmayacak duaya amin demeye kalkarsak olacaklar da olmaz!

Meltem Günyüzlü’nün So-be’sinde okumuş ve değinmek üzere aklımın bir kenarına yazmıştım. PETA (People For Ethical Treatment of Animals) aktivistleri tarafından gerçekleştirilen “hayvanların insanlar tarafından yenilsin diye öldürülüp paketlenmeleri”ne karşı bir eylem... Sözde ölü insanlar, hayvan etlerinin marketlerdeki arzlarına benzer biçimde strafor tabakta streç folyoya sarılmışlar. Ambalajın üzerindeki etikette de fiyatıyla birlikte “insan eti” yazıyor. Kendimizi hayvanların yerine koymamız (antropomorfizm) isteniyor. Doğrusu zekice ve etkili.


Ama bence önce eğri oturalım, hatta şöyle kaykılalım, sonra da doğru konuşalım.

Evet, her gün evinde veya dışarıda, beyaz veya kırmızı farketmez, et yiyen bir insan, yediği etin bir canlıya ait olduğunu pek ender düşünür. Oysa, yediğimiz hiçbir et ürünü, elbette fabrikada üretilmiyor veya bir ağaçta yetişmiyor.

Şimdi söyleyeceklerimin hiçbir bilimsel değeri yok (belki de biraz vardır), bu nedenle herhangi bir kaynak da gösteremem.

Hayat çeşitli katmanlardan oluşuyor. Bu katmanların en altında cansız varlıklar (belki de canlıdırlar) yer alıyor. Onun üstünde canlı bitkiler, bitkilerin üstünde hayvanlar ve son olarak en üst katmanda da insan... Ve her hayat katmanı, hayatiyetini sürdürmek için kendi altındaki katmanlardan besleniyor.

Bitkiler topraktan, yağmurdan, havadan, güneşten beslenirken, hayvanlar âleminin otoburları hem yine bu cansız varlıklardan hem de bitkilerden besleniyor. Arslan, kaplan gibi etoburlar da ceylan, keçi gibi kendi alt katmanlarını oluşturan hayvanları tüketerek yaşamlarını sürdürüyorlar. Kartallar yılanları, serçeler de böcekleri...

İnsanoğlu içinse, altındaki her üç katman da yaşamın güvencesi oluyor. İnsan, hem havayı soluyup suyu içerken hem de maruldan lahanaya, balıktan tavuğa, koyundan bizona kadar her türlü canlı cansız varlıktan hayatın devamlılığı için yararlanıyor. Bu nedenle de dünyanın hiçbir yerinde eti yenilen hayvanlar ecelleriyle ölüme terk edilmiyorlar.

Düşünelim:

1.
Hayvanlar canlıdır da, yediğimiz bitkiler değil midir?
2.
Bitkileri de yemezsek ne halt yiyeceğiz?
3.
Biz yemezsek ineğin yemesini nasıl engelleyeceğiz?
4.
“Bitki ve hayvanların üretim fazlalarını yiyebiliriz.” biçiminde bir öneri var. Yani balın, sütün, yumurtanın hayvanın ihtiyacından fazla olanını... Elma, armut zaten ağacına lazım olmaz. Ayrıca dibine düşünce de yiyebiliriz. Peki bu ölçekteki bir üretimi, her alt katman üstündeki katmanlar için sizce gerçekleştirebilir mi?
5.
Hadi bitkileri canlıdan saymayalım. Hepimiz vejetaryan olalım ve yalnızca bitkilerle beslenelim. Peki arslanı, kaplanı, ayıyı, yılanı, serçeyi nasıl vejetaryan yapacağız? Yapamayacağımıza göre, onlar kuzu pirzolaları ve balıkları götürürken biz karşılarında yalanacak mıyız?

Burada, sanırım alt katmanlardaki canlılarla insan arasındaki temel farkı görmek gerekiyor. Diğer canlıları insandan ayıran “bilinç” farklılığı nedeniyle, bitki ve hayvanda ölüm düşüncesi yoktur. Öleceğini bilmediği gibi öldüğünü de bilmez. Geçmiş ve gelecek fikri de yoktur. İnsan gibi acı çekmez. Galiba öldüğünde arkasından ağlayanı da yoktur. Zaten bu ve bunun gibi nedenlerle onlar hayvan veya bitkidirler.

Hayvanların ve bitkilerin insanlar tarafından bir gıda maddesi olarak kullanılmasını engellemenin imkanı yoktur. Böyle bir şey rasyonel de değildir. Bu ham hayalle oyalanmak doğru da değildir.

Ama insanların, diğer insanlara, hayvanlara ve bitkilere, hatta tüm cansız varlıklara merhamet ve şefkatle davranmaları mümkündür. (Buna Kurban Bayramları da dahildir.) Olmayacak duaya amin demektense, tüm dünyada şefkatin ve merhametin egemen olması için çaba göstermek, her şeyden önce de “insanın insanı yemesine” engel olmak (belki) gerçekleşebilir bir hedef olarak daima önümüzde durmalıdır.

Bana içlerinden acımasız ve vicdansız diyenler, eğer Boğaz’da balık yemeye davet edersem gelmesinler. Ne yapayım?