Öncelikle (1) anlamak istemeyenler, (2) anlamak istese bile anlatılanlara inanamayanlar, (3) bir de bir şekilde kulağına çalınıp da dünyadan haberi olmayanlar var. Böyle karmaşık bir hedef kitleye nasıl iletişim yapılabilir?
(1) ‘Government-to-government’, (2) ‘government-to-intelligentsia’, (3) ‘intelligentsia-to-intelligentsia’, (4) ‘people-to-people‘ ya da (5) ‘government-to-people’?
Anlamak istemeyenlerin çoğunluğunun devletler içinde olduğu çok açık, çünkü onların gerçek bilgiye ulaşamaması gibi bir şey düşünülemez.
Anlamak istese de anlatılanlara inanamayanlar olayın kendi paradigmaları içindeki gerçeküstülüğü karşısında şaşkınlar, bunlara uygun bir dille yaklaşmak gerekiyor.
Dünyadan haberi olmayanlar ise halklar. Anlamak istemeyenleri hizaya getirecek, inanamayanları inanmaya zorlayacak olan en önemli güç bu. Keşke olabilseydi, ama ‘people-to-people’ bir iletişim için bizim halkımızın bunu yapabilecek örgütleri maalesef yok. Belki sadece işadamları dernekleri olabilir, ama onların da odağı bellidir.
Öyleyse geriye tek yol kalıyor; uygun bir yöntemle ‘government-to-people‘. Tabii diğer hiçbirini ihmal etmeden. “Kamu diplomasisi” demekle bitmiyor yani.
(1) ‘Government-to-government’: Türk devletinden diğer devletlere,
(2) ‘Government-to-intelligentsia’: Türk devletinden diğer ülkelerin aydınlarına,
(3) ‘Intelligentsia-to-intelligentsia’: Türk aydınından diğer ülkelerin aydınlarına,
(4) ‘People-to-people‘: Türk halkından diğer ülkelerin halklarına,
(5) ‘Government-to-people’: Türk devletinden diğer ülkelerin halklarına.