27 Nisan 2014 Pazar

| Marka kent mi dediniz?

İki yıl kadar önce bir ilimizin belediye başkanıyla “kent markalaşması” odağında bazı görüşmelerimiz olmuştu. Sayın başkan, ülkedeki birçok belediye başkanına göre entelektüel düzeyi yüksek, dünya görmüş, kent nedir, kentleşme nedir, marka kent nedir bilen biriydi. Fakat belediyelerin hizmet satın alma mevzuatı, valilik başta olmak üzere ildeki diğer paydaşların bilgisizliği ve konuya ilgisizliği, bütçe sorunları gibi birçok parametre nedeniyle belli bir yere kadar ilerleyen görüşmeler sonuçsuz kaldı.



Bu arada, söz konusu kentle ilgili araştırmalar yaparken, oradaki üniversitenin külliyatı arasında marka kent oluşturma açısından stratejik kent yönetimi konulu ve epeyce de kapsamlı bir yüksek lisans teziyle karşılaştım. Herhalde kentteki hiç kimse kapağını açıp bakmamıştı bile.  Doğrusu, birçok kent yöneticisinin ufkunu açacak bir çalışmaydı. Tabii teorik olarak... İş pratiğe aktarılmaya kalkıldığında bambaşka bir uzmanlık ve yetenek gerekir, bu da işin başka bir yüzüdür.

Siz bu yazıyı okuduğunuzda, malum nedenlerle tamamen bir genel seçime dönüşmüş yerel seçimler yapılmış ve yeni başkanlar fezlekelerini almış olacaklar. Bu başkanların birçoğu adaylık sürecinde seçmenlerine “marka kent” hedeflerinden söz ettiler ve bu yönde vaatlerde bulundular. Eğer yerel seçimin genetiği bozulmamış olsaydı çok daha fazla “marka kent” vaatleriyle karşılaşacaktık.

Ali Saydam’ın, bir iletişim disiplini terimi, hatta daha da önemlisi psikolojiden tüm bilişsel bilimlere disiplinlerarası bir terim olan “imaj”ın halk diline düşerek “imaj yapmak”, “-mış gibi yapmak” anlamları kazanmasıyla onu terminolojiden kovma ve yerine “algı”yı yerleştirme çabası üzerine kendisiyle epeyce tartışmıştık bir zamanlar. Aynı şekilde rahmetli Prof. Arman Kırım da “markalaşma”ya takılmış ve daha çok “inovasyon” üzerine vurgu yapmaya başlamıştı.

Belki hatırlayanlar olacaktır, bu sayfalarda Ali Saydam gibi Arman Kırım’ın da bu tavırlarını “yamulan kavramlardan tiksinme sendromu” olarak adlandırmıştım. İşte şimdi de bu... Bilip bilmeden ortalığa salınan “marka kent”ten de istediğiniz kadar tiksinebilirsiniz, ama bunun sonuca bir katkısı olmaz.

Belirli kavramları karşılayan bilim ve sanat alanlarıyla ilgili sözcüklere terim diyoruz. Terimler günlük ve genel dilin ortak sözcükleri değildir. Kullanımları bilim, sanat ve teknik gibi özel alanlarla sınırlıdır. Basit örnekler verecek olursak; edebiyattaki hece, ölçü, uyak, öykü, roman, şiir, masal ile matematikteki açı, rakam, kare, sayı vb. birer terimdir. Terimler dar bir kitlenin arasındaki uzlaşım sonucu üretilmişlerdir.

Bu sözcükler, ilgili kavramın karşılığı olarak çeşitli yöntemlerle üretildiği gibi, halk dilinden seçilmiş sözcüklerle de oluşturulabilirler. Yani halk dilinden ödünç alınarak da terim yapılabilir. Mesela “yetişkin erkeklerde yanak ve alt çenede çıkan kılların tümü” anlamındaki “sakal” sözcüğü, bir denizcilik terimi olarak “gemi karinasında oluşan yosun, yapışan midye vb. yabancı madde” anlamına gelmektedir. Yine terim gibi dar çevrede kullanılan bir jargon olarak da “sakal”ın ne anlama geldiğini biliyorsunuz.

Bazen de terimler halk diline geçer, hatta deyimleşirler: “Edebiyat yapmak”, “masal okumak”, “imaj yapmak” veya “marka olmak” gibi, terim adına talihsizlik denilebilecek birçok örnek saymak mümkündür. Bilim ve sanat terimleri içinden, halk diline devşirilerek terminolojik anlamı yamultulmuş yüzlerce sözcük saptanabilir. Buna anlam kayması diyoruz. Hatta öyle ki, bir terim jargonlaşarak argo sözlüğüne bile girebilir.

Halk dilini küçümsemek anlamında değil bu ayrışma, kategorik olarak farklı alanlar olduğu için bunu dikkate almak zorundayız. Orada başka bir sistem çalışır çünkü... Peyami Safa’nın dediği gibi “Konuşma dili müşterek bir dildir. İlim dili ise özeldir. İlim dili prezisyon (tutarlılık) ister; fakat halk dili bundan mahrumdur.”

Yani, artık “marka kent” teriminin de halk diline geçtiğini söylemek mümkündür. Bunu bir belediye başkan adayının dillendirmesi gerçeği değiştirmiyor. Herhalde bu terimi ağzına alan herkesin bir şekilde zihninde de kendine göre bir “marka kent” kavramı olduğunu, ama bunun gerçekten bilimsel anlamda “marka kent” olmadığı çok açıktır.

Zihinlerdeki kavramın, önce çoğunlukla “kent güzelleşsin, turist gelsin” şeklinde oluştuğunu iddia edebilirim. Bunun en uç noktası ise “marka kent iyi bi’şey” olmalı.

Arz tarafına bakınca böyle görünüyor da, acaba seçmen “marka kent”ten ne anlıyor, bu da ayrı bir araştırma konusudur. Bence bu tarafta daha da büyük bir oranda “iyi bi’şey” olarak algılandığını söylemek mümkündür. Peki, bu kadar jenerik bir kavramın adayların işine yarayabileceğini savunmak mümkün müdür? Zor!

Memlekette Marka Kentler Birliği bile var. Derneğin amacı “Anayasamızın öngördüğü ekonomi esaslarına ve Atatürk ilkelerine uygun olarak, ülkemizdeki tüm özel kuruluşlar, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarında çağdaş yönetimde ve tanıtımda marka kent ve markalaşma anlayışının etkinlik kazandırılması ve yaygınlaştırılması, marka kent ve markalaşma bilincinin yerleştirilmesi ve marka kent ve markalaşma çalışmasının özendirilmesi, markada mükemmelleşme çalışmalarının yaygınlaştırılması, kentlerimizin ve ülkemizde üretilen ürün ve hizmetlerin dünya çapında marka kentler ve markalar düzeyine ulaşılması, kentlerin, ürün ve hizmetlerin sürdürülebilir rekabet güçlerini artırmaları için uygun ortamlar oluşturulması konularında gerekli teknik destek ve koordinasyonun sağlanması”dır.

Ve önüne “marka kent” ibaresini koymayan kentimiz de nerdeyse kalmadı gibi: Marka kent Bursa, marka kent Sandıklı, marka kent Gebze, marka kent Antakya, marka kent Ereğli gibi... Hatta, “sahibinden satılık “Marka Kent Konutları” bile var.

Bunlar, bir olguyu mu yoksa bir vizyonu mu ifade ediyor, anlamak zor. Marka içecek Coca Cola, marka yağ Komili, marka ped Orkid, marka çikolata Nestle demediğimize göre “marka kent” tabirinden bir vizyonun ifade edilmeye çalışılıyor olması daha güçlü bir ihtimal.

Bir de “sizi marka kent yaparız” ajansları göze çarpıyor. Belediyelere sokak mobilyası türünden bank, saksı, otobüs durağı, kiosk, ışıldaklı oyuncaklar gibi mamüller satan tedarikçiler gibi... E, başkan veya başkan adayı da belki bu perspektiften görüyor, öğreniyor olabilir “marka kent”i ve nimetlerini...

Tabii ki yamuldu diye terminolojiyi terk edecek değiliz, doğrultmak için üstüne giderek elimizden geleni yapmaktan başka bir yol görünmüyor.

THE BRAND AGE DERGİSİNİN NİSAN 2014 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.