Bir süredir kış bekarıyım, çünkü anneleri çocukların eğitimi nedeniyle İstanbul’dan epeyce uzaklarda... Bu nedenle, yemek ve temizlik ihtiyaçlarım için eve her gün birkaç saatliğine bir yardımcı hanım uğruyor. O geldiğinde ben işte olduğum için kendisiyle pek karşılaşmıyoruz, iş yoğunluğu arasında ev işleri önemsiz kaldığı için çok acil bir konu olmadığı takdirde telefonla da görüşmüyoruz.
Kendisi bazı beğeni ve beklentilerimi zaten ezberlemiş durumda. Küçük market alışverişlerini ve bazı yemekleri bu ezber üzerinden yapıyor. Tabii bu repertuar sınırlı olduğu için kadıncağız zaman zaman listeye bazı yeni şeyler eklemek zorunda hissediyor kendini. Mesela kimi zaman öyle bir yemek yapıyor ki, nerdeyse ağzıma sürmem. Kırılmasın diye o yemeği gizlice çöpe döküyorum, yediğimi düşünüyor. Böyle olunca da sevdiğimi zannederek aynı yemeği birkaç gün sonra tekrar yapıyor haliyle.
Tam tersi de oluyor; çok sevdiğim bir yemeği, çeşitli nedenlerle o akşam yiyemediysem sevmediğime hükmedebiliyor ve bir daha da yapmıyor. Ben bir fırsatını bulup söyleyene kadar...
Geçenlerde koca bir kase semizotu salatası yapmış, nereden aklına estiyse. Aslında pek aradığım bir şey değildir, ama o akşam o koca kase salatayı nasılsa silip süpürdüm. Herhalde artık bir yıl daha semizotu salatası aramazdım, ama ertesi akşam buzdolabının kapağını açtığımda yine aynı miktarda aynı salatanın yapılmış olduğunu gördüm. Tabii çok az yiyebildim. Umarım bir daha aklına gelmez!
Masamın üstünün düzeninden kılık kıyafet seçimlerime, kullandığım ev eşyalarının yerlerinden bahçe işlerine kadar birçok konuda sessiz bir dille anlaşıyoruz kendisiyle. O, ben ayrıldıktan sonra eve geldiğinde yukarıdan aşağıya ayrıntılı okumalar yapıyor, bıraktığım izlerden kendince anlamlar çıkararak o günkü yapacaklarına birtakım deliller buluyor ve ona göre tavır alıyor.
Tabii ben de onu okuyabiliyorum. Akşam eve geldiğimde ev işlerine ne kadar özen gösterdiğini, bugünün hangi işlerini yarına bıraktığını, hatta evde yaklaşık bir saat mi yoksa üç saat mi kaldığını iyi kötü anlayabiliyorum. O günkü ruh halini bile kestirebiliyorum.
Aslında bu okumalar, tüm ilişki ve etkileşimlerimizin doğru kurgulanmasında bize yol gösterir. Çocukken annenizin fazla yeyip de dişleriniz çürümesin diye şekerleme kutularını sizden sakladığı günleri unutmamışsınızdır. Peki, bulabiliyor muydunuz o kutuları? Bazen evet. Ancak o şekerlemeleri bulabilmeniz için, öncelikle annenizin zihnini okumanız gerekirdi. Şekerleme kutusu her zamanki yerinde olamaz, çünkü anne ilk oraya bakılacağını bilir. Öyleyse annenizin, o kutuyu, sizin bulamayacağınızı düşündüğü bir yere koyması gerektiğini hesap edersiniz. Hatta uzanamayacağınız bir yer olması daha da güvenlidir. Ve birkaç deneme, ayrıca yükselebileceğiniz bir sandalyeyle hedefe ulaşırsınız.
Şekerleme kutusunu açtınız, bu kez geleceğe yönelik bir okuma yaparsınız, içinden çok fazla şeker alırsanız anneniz hem kutuyu bulduğunuzu anlar ve yerini değiştirir hem de kızar. Öyleyse anlamayacağı miktarda şeker almanız daha doğru olacaktır.
Başkalarını anlama ve onların davranışlarını tahmin etme yeteneği, basarılı bir iletişim ve etkileşim için çok önemli bir insani kapasitedir. Buna “zihin kuramı” diyoruz. Zihin kuramı (theory of mind) kavramı ilk kez 70’li yıllarda David Premack ve Guy Woodruff tarafından ortaya atılmış ve başka insanların zihinsel durumları hakkında çıkarsamalar yapabilme, bilişsel ve duygusal süreçleri fark etme, bunları zihinde modelleyebilme yeteneği olarak tanımlanmıştır.
Zihin kuramı, tanımı itibariyle her insanda olması gereken temel bir yetenek olarak bilinse de, şizofren ve otistiklerdeki iletişim başarısızlıklarının temelinde bu yetenekte meydana gelmiş hasarlar yatar.
Yüz ifadesi, ses tonu, beden dili gibi kanıtlar, başka insanların bilgilerini, niyetlerini, duygularını, inançlarını ve isteklerini anlamaya yardımcı olur. Bu kapasiteye sahip bir insan, bu sayede karşısındakinin duygularını anlayıp paylaşır (to empathize), onunla işbirliği yapar (to cooperate) veya yalana başvurur (to deceive). Başkalarıyla sağlıklı bir iletişim ve etkileşim, onların yüzeydeki davranışlarına değer biçerek bu davranışların altına inebilme ve hedef, niyet, duygu ve inançlarını algılayabilme yeteneğine bağlıdır.
Bu konuda araştırmalar yapan Gallagher ve Frith, bu süreci şöyle açıklıyorlar: “Öncelikle, diğerlerinin davranışlarını onların amaçları ve inançları doğrultusunda anlama yeteneğimiz, bu amaç ve inançların nasıl olması gerektiğine ilişkin bazı beklentilere sahip olabilmemizi gerektirir. Bu beklentiler, dünyaya ilişkin genel bilgi birikimimiz, bu kişiye ilişkin özgül bilgi birikimimiz ve o kişinin ne yaptığına ilişkin gözlemlerimizden elde edilir. Ardından, o kişinin davranışını bir inanca göre açıklarken, bu inancın gerçeklik ile uyuşmadığının farkında olunmalıdır. Gerçekle çatışsa bile, davranışın yönünü belirleyen gerçeklik değil, inançtır. Zihin teorisine sahip olmak için diğer insanların dünyada bizden farklı bir bakış açılarının olduğu bilinmeli, diğer insanların davranışlarını anlamak için, dünyanın konumu kendi bakış açımızdan görüldüğü kadar onların bakıs açısından da anlaşılabilmeli, bu iki bakış açısı ayrılabilmeli ve karşılaştırılabilmelidir.”
Zihin kuramını açıklayan farklı kuramlar varsa da, bizim bu kadar ayrıntıya girmemize gerek görmüyorum. Ancak, zihin kuramı yeteneklerine göz atmamızda yarar var. Çünkü bu yetenekler, basitten karmaşığa doğru farklı düzeylerde kendini gösterir.
En alt derecedeki zihin kuramı yeteneği, en basit yetenektir ve bir insanın inancını anlayabilmektir. İkinci derece zihin kuramı yeteneği ise, bir insanın, üçüncü bir kişiye ilişkin düşüncelerini çıkarsayabilmektir.
Fransızcadan olduğu gibi İngilizceye geçen, Türkçede gaf veya pot anlamlarına gelen ‘faux pas’ kavrama yeteneği ise, en kompleks yetenek olarak kabul edilir. Söyleyen kişinin ‘faux pas’yı söylememesi gerektiğini bilmediğini anlamayı ve duyan kişinin üzüleceğine ilişkin empatiyi birleştirmeyi içerir.
Diğer iki zihin kuramı yeteneği ise, metafor ve ironiyi kavrayabilmektir. Anlambilimden göstergebilime, dilbilimden ruhbilime kadar pek çok disiplinin konusu olan metafor ve ironiyi kavrayabilmek de üst düzey bir zihin kuramı yeteneği gerektirir.
Şunu bilelim ki, tüm tüketici araştırmaları, markaların zihin kuramı yeteneklerine yapılan destekleyici çabalardan ibarettir. Aslolan ise, markanın tüketici zihnini kendi zihninde modelleyebilme yeteneğidir. Yani zihin kuramı yeteneği...
THE BRAND AGE DERGİSİNİN MAYIS 2013 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.