22 Ekim 2007 Pazartesi

| “Onların hekimlerden, cerrahlardan ve berberlerden hiç hoşlanmadıklarını gözlemleyebilirsin!”

Nerden de aklınıza geliyor böyle şeyler çocuklar? Ne yapacakmışım; şu anda okumakta olduğum kitabın 187. sayfasını okurlarıma aktaracakmışım! Bir mimleme zinciri kapsamında Arzu’dan geliyor bu teklif... Peki!


Belki birçoğunuz, mesela bir iletişim kitabından alıntı yapmamı bekleyecektir benden. E, durmadan pazarlama, reklam, iletişim kitapları okuyacak halim yok tabii. Hem iletişim kitabı okumakla, evet, iletişim kuramları ve uygulamalarıyla ilgili bir şeyler öğrenmeniz mümkündür, ama iletişimi öğrenmeniz mümkün değil ki! Yelpazeyi epeyce genişletmeniz lazım.

Şu anda elimde Noah Gordon’un Hekim adlı romanı var. Daha 187. sayfasına gelmediğim gibi, bakalım bu tuğla gibi kitabı okuyup bitirebilecek miyim? Kitap, tam 735 sayfa...

Ben öyle hızlı kitap okuyabilen biri değilim. Çünkü bizim kuşak okumayı tümevarım yöntemiyle öğrenmiştir. Yani önce tek tek sesleri, sonra heceleri, sonra sözcükleri, sonra da cümleleri okumayı öğrendik. Okuma fişlerini hatırlıyorsunuz, değil mi? Daha sonraki kuşaklar için tümdengelim yöntemi kullanıldı; yani önce cümle, sonra hece ve ses... Şimdilerde ise bu yöntem de değişmiş. Geçenlerde bir ilköğretim okulu öğretmeniyle sohbet ediyordum, bir şeyler anlattı, ama yöntemi tam kavrayamadım.

Neyse, konumuz bu değil, okumakta olduğum kitabın 187. sayfası... (Bu 187’yi icat edene, niye 187 diye sorabilir miyim acaba?)

Kitaba gelelim... Annesi babası ölünce bir berber-cerrahın (O dönemde berberlikle cerrahlık arasındaki ilişkiye de dikkatinizi çekmiş olayım. Belki Anadolu’da hâlâ da vardır, berberlerin kan aldığı ve sünnet yaptığı zamanları hatırlarım ben.) yanında çıraklık yapan, daha sonra da İran’a gidip dönemin en büyük hekimi İbni Sina’nın öğrencisi olan İngiliz Rob Cole’un hikayesi anlatılıyor kitapta...

Allahtan kitabın 187. sayfası okumanıza gerçekten değecek paragraflardan oluşuyor. Uzun uzun çöl tasvirleri de çıkabilirdi bahtınıza...


“Başka nereye gidebilirdim ki? Ailem bir hekimin yanında çıraklık yapmamı istemiyordu. Çünkü üzülerek söylüyorum ki, Avrupa’nın her tarafında hekimlik yaptığını söyleyerek dolaşan bir sürü asalak dolandırıcı var. Paris’te büyük bir hastane var, Hotel Dieu. Burası yoksulların götürüldükleri baş belası bir yer. Buraya gelen hastalar çığlıklar içinde ölüme sürükleniyorlar. Salemo’da da bir tıp okulu var. Burası da üzüntü verici bir yer. Babam öteki Yahudi tacirlerle kurduğu ilişkilerden Doğu’da Arapların tıp bilimini bir sanat haline getirdiklerini öğrenmiş. Müslümanlar İran’daki İsfahan’da hastaları gerçekten tedavi eden bir hastane kurmuşlar. İşte İbni Sina’nın hekimlerini eğittiği küçük akademi bu hastanede.”

“Kim?”

“Dünyanın en önemli hekimidir o. İbni Sina, Arapça adı Ebu Ali el-Hüseyin İbni Abdullah İbni Sina’dır.”

Rob, Merlin’den bu adı iyice öğreninceye kadar tekrarlamasını istedi.

“İran’a ulaşmak zor mudur?”

“Birkaç yıl tehlikeli deniz yolculuğu gerekir, önce deniz yolculuğu, sonra da çok tehlikeli dağlarda ve çok geniş çöllerde kara yolculuğu yapmak gerekir” Merlin konuğunun gözlerine bakarak, “İran’daki okulu unutmalısın. Kendi dinin hakkında yeterli bilgin var mı, genç berber? Kutsal Papa’nın sorunları hakkında bir şeyler biliyor musun?” dedi.

“Hayır” dedi Rob. “XIX. John mu?” dedi omuzlarını silkerek. Nitekim, Piskopos’un adı ve onun Kutsal Kilise’nin başı olduğundan başka bir şey bilmiyor du Rob.

“XIX. John. İki ata binmek isteyen bir adam gibi iki çok büyük bir kilisenin tepesine oturmuş bir Papa’dır. Batı Kilisesi ona bağlıdır. Doğu Kilisesi ise hep ondan memnun olmadığını dile getirir. Photius, iki yüzyıl kadar önce, Konstantinopol’deki Doğu Kilisesi’nin asi Patrik’i oldu. Bundan sonra Kilise içinde gücünü arttırarak ayrı bir hizip haline geldi.

“Kendi ilişkilerinden de papazların hekimlerden, cerrahlardan ve berberlerden hiç hoşlanmadıklarını ve onlara güvenmediklerini gözleyebilirsin. Onlar dualarıyla insanın hem bedeninin hem de ruhunun meşru koruyucuları olduklarına inanırlar.”


Şimdi benim de birilerini mimlemem gerekiyor. Kimler olsun? Biraz uzaklara gidelim; Azerbaycan’dan Rüstem Memmedov, buralardan da, çok okuduğunu bildiğim Cengiz Çatalkaya olsun.