30 Temmuz 2007 Pazartesi

| [Kap]kara tren!

Konuyla ilgili olarak Mediathink’te “Sorular çoğalıyor, netlik yok, ah Ziraat ah!” başlıklı ikinci bir yazı daha yer aldı, ilk ateşten sonra... Yazıda, bu skandal karşısında sektörün gerekli tavrı almadığı, ancak cılız sesler çıkardığı iddia ediliyor. Nitekim hak sahibi olmama rağmen, yazımdaki üslup nedeniyle ben de bu cılız sesler arasında sayılarak suçlanıyorum.


Şöyle demiş Mediathink’in yazarı Çemkir Bey: “Önce mağdur durumda görünen Mass ajansın sahibi Selim Tuncer kendi blogspotunda bir açıklama yapıyor. Bir yandan yazımızın sergilediği gerçeği onaylıyor ama bir yandan da ezilip büzülüp, aman belki ileride yine bankayla çalışmak gibi bir durum meydana gelebilir, kimseyi kızdırmayayım gibisinden, mazlum ama onurlu(!) bir davranışla hiçbir şey talep etmediğini açıklayarak, sadece işe emeği geçenlerin emeğine saygı duyulmasını istiyor. Nasıl yani? Kardeşim iş senin mi? Senin. Bal gibi kopyalanmış mı? Kopyalanmış. Ee neden bir talebin yok? ‘Şikayetçi değilim hakim bey’ mantığı bu. Korku dağları bekliyor. Ama bu korku o anlık değil ha! Yanlış anlamayın. Geleceğe dair varsayım korku bu. Bu korku tipi çok yaygın şimdilerde. “Adam hıyarın teki ama, iyi geçineyim belki ileride işime yarar’, gibisinden...”

Öncelikle Mediathink’e sektör adına teşekkür etmek gerekiyor. Gördüğünüz gibi onun dışındaki hiçbir sektör yayınından çıt yok!

Burada daha açık bir şekilde ifade edeyim ki, benimle ilgili olarak ortaya atılan “korku” ithamı ve bir iki küçük ayrıntı dışında Mediathink’te yer alan iddialar doğrudur. Korku iddiası ise bir niyet okumadan ibarettir ve aslı yoktur. Buranın daimi okurları da çok iyi bilirler ki, bloğumda dile getirdiğim görüşleri kişisel hesaplarla kirletmemek için azami gayreti gösteririm. Bana göre, insanın mesleki kariyeri kimliğinin çok önemli bir parçasıdır; mesleki konulardaki çarpıtmalar da bir karakter yamulmasından başka bir şey değildir. Şu tartışmaları burada yapıyor olmaktan dolayı da üzgünüm, ama tartışmanın, Mediathink’in beklediği gibi sektördeki bazı yanlışların düzelmesine hizmet etmesi de belki herkesin hayrına olacaktır.

Yazının bundan sonraki bölümü için Mediathink’in ikinci yazısının okunması gerekir, çünkü o yazıda yer alan bazı hataları tashih etmek istiyorum. Bir de şu parantez içindeki ünlemi reddediyorum:
1.
Bankayla tekrar çalışmak gibi bir beklenti içinde olsam haklarımı devrettiğimi ilan eder ve meselenin en azından bir yönünü kapatmış olurdum ki, herhalde bu, benden beklenecek bir tutum değildir. Hatta öyle ki, çalışma beklentisi bir yana, ilişkide olduğumuz dönemlerde bankayla ilgili yaşadığımız amatör tavırlar nedeniyle Eğitim Dairesi’den gelen bir talebi de reddetmiş, özellikle Şahin Tekgündüz’ün derin tecrübesiyle yaptığı “Buradan gelen talepleri ciddiye almayın, maliyeti ağır oluyor.” ikazlarıyla sürekli muhatap olmuştuk. Ayrıca kim, güven sorunu yaşayacağı bir kurumla tekrar çalışmak ister? Ezilip büzülecekler de bellidir, ben niye ezilip büzüleyim?
2.
Tekrar itiraf ediyorum, başlangıçta yaşadığım şokun ardından bu skandalı ifşa etmek konusunda biraz zorlandım. Bir yanda çok büyük bir kamu kurumunun genel müdürü, diğer tarafta Reklamcılık Vakfı’nın başkanlık koltuğunda oturan biri vardı. Doğrusu, yapılan çok büyük bir haksızlık olmasına rağmen bu beylerin kariyerleri konusunda hassasiyet göstermemin doğru olacağını düşündüm. Evet, bu bir kabahatse kabahattir. Ama korkaklıkla falan ilgisi yoktur.
3.
Film TV’lerde gösterilmeye başlanır başlanmaz bir sürü tepki mesajı aldım. Sektör çoktan dalgalanmaya başlamıştı bile. Skandalın her iki tarafından da bir açıklama beklememe rağmen gelmedi. Benim göstermeye çalıştığım hassasiyet karşısında tam bir pervasızlık ve umursamazlık hakimdi. Oysa birkaç gün içinde, skandal Mediathink vasıtasıyla kamuoyuna mal olmuştu bile.
4.
Bunun üzerine ilgili açıklamayı ben yaptım ve ekip adına kurumdan teşekkür, ajanstan da bir özür beklediğimi ilan ettim.
5.
Bunun gerçekleşmemesi halinde de olayı bütün boyutlarıyla kanıtlayacağımı ifade ettim. Evet, “müddei iddiasını ispatla mükelleftir”, ama özür de “itiraf” anlamı taşımaktadır. Kendi adıma bir şey talep etmediğimi söylediysem de, talebim hafife alınır bir şey değildi.
6.
Şahin Tekgündüz’ün girişiminde de benim tavrımla çelişen herhangi bir durum söz konusu değildir. Tekgündüz, kamuoyu önünde bir açıklama yapmamış, tamamen iyi niyetle, kendisinin de üyesi olduğu Reklamcılık Vakfı’nın yönetim kurulu üyelerine durumu bildirmiş, bir talepte bulunmamış, ancak sektör adına bu skandalın nasıl izah edileceğini sorgulamıştır. Ben, kendim için maddi bir talepte ve hukuki bir girişimde bulunmayacağımı ifade etmek istedim. Yoksa, ekibin itibarının iadesi ve kendilerinden özür dilenmesinin istenmesi gayri ciddi bir talep değildir. Bunu sağlamak için gereken her şeyi yapacağımı da ifade ettim. Eğer süreç hukuki mücadeleyi gerektirirse, yıllarca süreceğini bilmekle birlikte, ondan da imtina etmem.
7.
Haluk Mesci’nin konuyla ilgili bir açıklama talep ettiği de doğrudur.
8.
Bu talep karşısında Vakıf Başkanı Özgür Sağlam’ın benim gözümde inkar anlamı taşıyan bir açıklama yaptığını da öğrendim. Ancak bu açıklamayı, yine kamuoyuna yapılmış olmaması nedeniyle, ifşa edilmedikçe ilgi alanımın dışında tuttum.
9.
Mesele, tek başına benim meselem değildir. Konkura ben katılmadım, daha doğrusu haberim bile olmadı. Kimler katıldı bilmiyorum, ancak sektörün tepkisini bir yana bıraksak bile, en azından finale kaldığı söylenen Güzel Sanatlar / Saatchi&Saatchi, Leo Burnett, Ogilvy&Mather ve Ultra doğrudan taraftırlar. Çünkü, kendi projesiyle konkuru kazanmış olduğu düşünülen bir ajans sonuçta başka bir ajansın projesini hayata geçirmiş ve adil rekabet inancı ciddi şekilde yara almıştır. Ya da konkuru kazanan ajansın işi beğenilmeyip kendisinden başka bir iş talep edildiğine göre, diğer ajansların işlerinin daha da başarısız olduğu kanaati hasıl olmuştur. Yani sadece ajanslar değil, konkuru kazanan ajansınki de dahil olmak üzere sunulan tüm işler bu süreçte figüran olarak yer almış, sonuçta “Türkiye’nin lokomotifi” düdüğünü öttürmüştür.
10.
Mediathink’in de belirtiği gibi şu ana kadar tarafların hiçbirinden kamuoyuna yönelik olarak bir açıklama yapılmamıştır. Sanıyorum, Mediathink’in iddiaları da yalanlanmamıştır. Bana da herhangi bir “özür” ya da “teşekkür” gelmemiştir.
11.
Benim ve ekibimin ürettiği bir fikir, en yumuşak ifadesiyle “izinsiz” olarak kullanılmıştır. Haksızlık etmemek için, en azından şunu söyleyeyim ki, ajansın bu fikrin bir başka ajansa ait olduğunu bilerek kullandığını düşünemiyorum. Bir müşteri talebi olarak iletildiği, ajansın da bunu kullanmak zorunda kaldığı baskın bir ihtimal olarak görülüyor. Ancak, Art Grup yönetiminin, bu benzerliğin bir rastlantıdan ibaret olduğu beyanına herhalde bizden çok başkalarını ikna etmek için başvurduklarını düşünmeliyiz. Keşke bizi de ikna edebilselerdi, hep birlikte rahatlardık. Bu mızrağı çuvala sığdırma girişiminden sonuç alınabileceği hayaline kapılmamak doğru olur. Hiçbir tarafın gereğinden fazla yara almaması için bu skandalın “bin nasihat” yerine geçecek “bir musibet” olarak görülmesi, hem tarafların hem de sektörün hayrına olacaktır.
12.
Mediathink yazarı Çemkir Bey merak etmesin. Bu durumda ben, tarafların kamuoyuna yönelik sessizliği karşısında “sükut ikrardan gelir” bahanesine sığınmadan iddiamı ispat etmek durumundayım. Bu konuda zorlanmayacağım çok açık, çünkü olayın çok fazla tanığı ve hukuki değeri olan birçok belgesi mevcuttur. Eğer ikrar söz konusu olsaydı, bu iş için mesai harcamamış olacaktım, o kadar.
13.
Bu durumda birkaç gün izin istiyorum. Sektör için de bir turnusol kağıdı vazifesi görecek bu kara tren hikayesini ayrıntılarıyla aktaracağım.

Güncelleme [ 1 AĞUSTOS 2007 ]

Prof. Ali Atıf Bir’e, gösterdiği ilgi ve hassasiyetten dolayı teşekkür ediyorum..