Bir dönem mesai arkadaşlığı yaptığımız reklam yazarı Tuğçe Özel’den bir e-postaya iliştirilmiş şu yazıyı aldım. Benimle birlikte başka arkadaşlara da göndermiş. Yayımlamak istedim:
İlginç bir tanışmaydı bizimkisi. Sanal ortamda tanışıp (İlk defa yaşıyorum tabii, heyecan da var.) iş arkadaşlığına giden bir yolculuktu. Ortak noktalarımızın kesişmesinden başlayan bu hikâye saygı ve sevginin bir dönencesidir aslında…
Sıcak bir günde oldu Şahin Bey ile tanışmam. Odasındaki klimadan mıdır, yoksa sevimli gülümsemesinden midir bilmem, sıcak günün ilk saatlerini arkamda bırakmıştım. İçimi bir serinlik, ferahlık kaplamıştı.
Güzel bir konuşmaydı, gerçi bir iş görüşmesiydi, ama sanki eski bir dostla ya da şeyhini ziyarete gelen bir kul gibi mutlu olmuştum. Anılarını, hayatını, yaptığı muziplikleri anlatırken yaramaz bir çocuk gibi gözlerinin içi parlıyordu. Gülüşü, hayata bakışı farklıydı. Hatta biraz da isyankârdı. Ona göre ters olan her şeye karşı savaşa hazır bir hali vardı. Görünmez kılıcı, efelenmesini sağlayan gizli bir kuşağı vardı belinde, evet evet savaşa hazır bir şövalyeydi karşımdaki adam.
İleride savaşacağımıza emindim aslında, ama bizimkisi olsa olsa söz düellosu olurdu, bunun da farkındaydım. Yanılmadım, birçok kez karşı karşıya geldik. Güzel takışmalardı bunlar, hani boğalar kızacağını belli etmek için hafif hafif tos atarlar ya birbirlerine, işte tam öyleydi bizim halimiz. Tos atardık birbirimize, sonra çıkar yemeğe muhabbet ederdik. Bitmek tükenmek bilmeyen anılarını dinlerken kendi kendime düşünürdüm; “Ben de bu kadar yol ilerleyebilecek miyim bu hayatta, hiç sanmam. Onun kadar sağlıklı beslenmiyorum ki…”
Yediğine, içtiğine dikkat eder o. Muhakkak salatası olur, zeytinyağlısı olur, geceleri de balığı… Bense ağzıma balık sürmem!
Bir keresinde büyük harflerle bir ileti yollamıştım da “Ben yaşlı mıyım büyük harfle yazıyorsun?” demişti. İşte huysuz adamın teki, ne yaparsın. İdare edeceksin der, işime bakardım. Sonra yanıma gelir, muzırca bir şeyler anlatır, kıs kıs gülerek giderdi. İşte o anda unutursunuz ona kızdığınızı! Yapar bunu, tabii bilerek de yapıyor olabilir diye düşünürsünüz. Yok, canım Şahin Bey yapmaz böyle planlar deyip geçersiniz. Devamlı itiraza hazır haliyle dinler sizi, hiç ummadık anda da kabullenir hatasını, tıpkı çocuk gibi işte…
Sonradan yollarımız ayrıldı. Bizi aslında hastane ayırdı, annem rahatsızlandı, ben anneme mi, işe mi koşturayım derken kaynayıp gitti her şey. Ama ne ilginç tesadüftür ki bizi yine hastane kavuşturdu. Keşke böyle olmasaydı diyorum içimden tabii, sonra onun şövalye olduğunu hatırlayıp rahatlıyorum. Nasıl olsa kılıcı da, efelenmek için beline sardığı kuşağı da görünmez. Kimse çıkartamaz üzerinden, böylece o her koşulda savaşabilir. Belki de kendimi tatmin ediyorum bu cümleleri kurarken, ama eminim o yine şen kahkahalarına, rakı-balık-muhabbet üçlemelerine devam edecektir. Ben de onun bu şehirde herhangi bir yerde olduğunu düşünerek huzur bulacağım.
Yani şimdi ben bunları niye yazıyorum diye soruyorum kendime, yeni ameliyat oldu kendisi. Bir haftaya kalmaz çıkar o hastaneden. Ola ki karşılaşırsınız bir yerlerde benden selam söyleyin. Tuğçe size ‘huysuz ve tatlı adam’ dedi deyin. Şöyle bir gülsün, içiniz açılır diye yazıyorum.
Gerçi yeni kalp ameliyatı oldu ama o yufka yüreğini hala gururla taşıdığına eminim.
Kızmaz o bana…
Yazı bu kadar... Tuğçe, aldığı yorumların bazılarını da iletmiş.
Haluk Mesci yazmış:
Şimdiden geçmiş olsun dileklerimi ileteyim.
İki hafta Kanada’da olacağım, ortalarda yokluğum ilgisizliğime sayılmasın sakın!
Kayda geçerse sevinirim.
Bülen Şentay yazmış:
1983 yılından beri tanışıyoruz.
Birlikte çalıştık da.
Sektörümüzdeki saygı duyulası insanlardandır.
Yoğun ve zorlukların üstesinden gelmeyi başardığı bir hayatın içinden geldiğini biliyorum.
Umarım bu kez de başarır.
Dualarımız onunla.
Not: Şahin Bey 21 Şubat Çarşamba sabahı küçük bir operasyon daha geçirecek. Sonra da en fazla iki gün içinde evine dönecek inşallah.
Güncelleme [ 27 ŞUBAT 2007 ]
Şahin Bey evinde...