
Kitabın tanıtım yazısına başvurursak; zenginliğin ve refahın altında yatan en büyük faktör sermaye birikimidir. Bu Marx’tan Hayek’e neredeyse bütün iktisatçıların kabul ettiği bir gerçektir. Dünyanın en zengin ve iktisadî bakımdan en güçlü ülkeleri sermaye birikiminin en fazla olduğu yerlerdir. Ve, ne mutlu insanlığa ki, sermaye dünyanın her yerinde potansiyel olarak vardır.

İddialarını üçüncü dünya ülkelerinde yaptığı araştırmalara dayandıran De Soto’ya göre yoksul ülkeler de fazlasıyla bir kaynak birikimine sahipler, ancak bunu zenginlik yaratan sermayeye dönüştüremedikleri için yoksullukları devam ediyor ve atıl duran bu birikimler heba oluyor.
Peki, sadece bir servet olarak üretilip olduğu yerde duran, sermayeye dönüştürülemeyen bilgi için de aynı görüşleri ileri süremez miyiz?
Her ne kadar imkansızlıklardan, YÖK sultasından falan söz ediliyor olsa bile, üniversitelerimizde, en azından bilim namusu taşıyan insanların inançlı çabalarıyla “bilgi üretimi” noktasında önemli birikim sağlandığını düşünüyorum. Hiç olmazsa kendi mesleğimle ilgili alanlarda bunu açıkça gözlemliyorum.
Ancak, bu servetin bir sermayeye dönüşemediğini de üzülerek izliyorum. Maalesef ya dışarıdan devşirme bilgilerle ya da üç beş kavramla vaziyeti idare etmeye çalışan sektörümüzün akademik camiaya ilgisi zayıf olduğu gibi, akademisyenlerimizin de ürettikleri değerlerin hayatta bir karşılık bulması ve uygulama konularında kaygısız olduklarını söylemek zorudayım.
Serveti sermayeye dönüştürmenin yaratacağı zenginliği düşünsenize! Bir çaresi yok mudur bunun?