2 Şubat 2025 Pazar

| Bir sinema filmi yapmak için ne gibi bir “sebep” olabilir?

İbn Haldun’a göre, birey ve toplum ilişkilerinin anahtar kavramı “asabiyet”tir. Nesep asabiyeti, soy ve akrabalık bağından kaynaklanan dayanışma ve toplumsal aidiyet duygusudur. Sebep asabiyeti ise kan ve soy bağı gerektirmeyen, aynı toprağı, aynı ideali, aynı değerler sistemini, aynı tarihi paylaşmak gibi nedenlerle oluşan asabiyet duygusudur. İbn Haldun, nesep asabiyetinin ilkel toplumlarda ve bedevilerde, sebep asabiyetinin ise medeni toplumlarda görüldüğünü söyler. Zaten kavimler birbirine karışıp iç içe yaşamaya başladığında, yani toplumun tamamında ortak bir kan bağı kalmadığında doğal olarak nesep asabiyeti de dağılır. Böyle bir toplumsal yapıda insanları birbirine bağlayacak, toplumsal dayanışmayı sağlayacak kültürler ve etnisiteler üstü bir “sebeb”e ihtiyaç doğar. Bu “sebep” etnik kimlikle milli kimlik arasındaki farkı oluşturuyor gibidir.

 İbn Haldun’un ünlü eseri Mukaddime’nin giriş bölümünde kitabın çevirmeni Prof. Süleyman Uludağ’ın şu yorumu yer alıyor: “Birincisinde (nesep asabiyetinde) aynı soydan gelmek ve kandaş olmak şart olduğu halde, ikincisinde (sebep asabiyetinde) böyle bir şart aranmaz, ilk cemiyetlerde ve bedevilerde yaygın, hakim, kuvvetli ve tesirli olan nesep asabiyeti iken, son asırlardaki içtimai gelişmeler hadarî-medenî cemiyetlerde durumu tersine çevirmiş, nesep ve kan bağı ile ilgisi olmayan sebep asabiyetini yaygın ve etkili hale getirmiştir. Bu durum millî asabiyetler şeklinde tecelli etmiştir. Bunun günümüzdeki örneği Birleşik Amerika olabilir.”

Kavramı biraz daha açmak ve özellikle yabancıların nasıl tercüme ettiklerini görmek için yine Uludağ’a kulak verelim.  “İbn Haldun’un siyaset, mülk ve hatta amme hukukunun esasını asabiyet nazariyesi teşkil eder. Onun asabiyetten kasdettiği mâna, değişik izah ve yorumlara sebep olmuştur. Mukaddime’nin İngilizce tercümesinde Rosenthal, asabiyet kelimesini ‘group feeling’ (hizip hissi), Fransızca tercümesinde De Slane ‘esprit de corps’ (zümre ruhu), Vincent Monteli ‘esprit de clan’ (kabile ruhu), şeklinde tercüme etmişlerdir. (...) Von Kremer, asabiyete karşılık ‘gemeinsinn’ (cemaat hissi), ‘nationali tatsidee’ (milliyetçilik fikri) tabirlerini kullanmıştır. Diğer bazı müellifleri asabiyete karşılık olarak kullandıkları ifadeler de şunlardır: H. Ritter, “feeling of solidarity” (tesanüt ve dayanışma hissi), M. Halpern, ‘group solidarity’ (hizip tesanüdü), S. H. Bahş – H. Han Şirvânî, ‘communal spirit’ (cemaat ruhu), E. Gellner, ‘social cohesion’ (ictimaî iltisak) veya ‘martial spirit’ (askeri ruh), Erwung Rosenthal, ‘solidarity’ (tesanüt) ve ‘striking power’ (vurucu güç), D. S. Margoluouth, ‘clannishness’ (kabilecilik), M. Mehdi, ‘social solidarity’ (ictimaî tesanüt). (...) T. Khemirî, asabiyetle milliyetçilik kavramları arasında fazla bir farkın olmadığını söylemiş, Von Kremer, bu kelimenin ‘nationalitatsidee’ (milliyet fikri) tabiri ile karşılanabileceğini ifade etmiştir.” (Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Mukaddime’nin Giriş Bölümü’nden. Mukaddime, İbn Haldun, Çev. Süleyman Uludağ, 2 cilt, Dergah Yayınları, İstanbul, 2004)

Canlı bir örnek olarak, yıllarca yaşadığı ağır çalkantılardan sonra bugün bu denli etnik ve dini çeşitliliğiyle yeni bir düzen kurma çabasında olan Suriye’nin kurtuluşunun belki de böyle bir ‘sebep’ inşa etmesine bağlı olduğunu söylemek mümkündür.

Hatta biz de ülkemizde toplumsal uzlaşı içi her şeyin üstünde bir “sebep” niye inşa edemeyelim?

*
Ünye’de, Türkiye’de ve dünyada eşi benzeri olmayan “Ünye'nin Dünkü Çocukları Derneği” adlı sivil bir oluşum var. Yaşları ağırlıklı kırk ile yetmiş arasındaki Ünyeli kadınlar ve erkekler, çocukluklarındaki anıları milli bayramlarda o dönemlerin kıyafetleriyle canlandırıyor, bazen 23 Nisan’da eski ilkokul önlükleriyle çocuk, bazen 19 Mayıs’ta genç oluyorlar. Diğer milli bayramlarda da o bayramların ruhuna uygun aktiviteler sergiliyorlar. Ünye’nin Dünkü Çocukları’nın bir amacı da unutulmaya yüz tutan masalları, eski sokak oyun ve araçlarını, yani şehrin gayri maddi kültürel mirasını bugünkü çocuklara aktarmak. Bunu da başarıyla yapıyorlar.

Oluşumun siyasi bir yönü yok, zaten içinde her türlü görüşten insanı barındırıyor. Türkiye’de ve dünyada bir üst ideal uğruna bu kadar farklı siyasi görüşü imrenilesi bir şekilde bir arada tutabilen başka bir hareket herhalde yoktur. Düşünün; dönem dönem başkanları AK Partili dönem dönem MHP’li, aktif yöneticileri CHP’li ve Saadet Partili, bir bölümü de apolitik. Doğal olarak üyeleri de benzer bir fotoğraf yansıtıyor.

Ünye’nin belediye başkanlarından kaymakamlarına kadar herkesin oyunlarına katıldığı, ötesi, eski cumhurbaşkanlarından Abdullah Gül’den dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye, eski ve yeni birçok bakan ve milletvekilinden şu anda TBMM Başkanı olan Numan Kurtulmuş’a kadar birçok siyasinin Ünye ziyaretlerinde kendilerine uğrayıp tebrik ettiği “çocuklar” bunlar.

Buna eğlenceli, keyifli bir nostalji hareketi diyebiliriz ama bunun yeterli olamayabileceğini düşünüyorum. Hareketin bir nostalji yanı var mı? Evet. Peki, buna yetmişli yaşlarına gelen insanların çocukluk özlemi diyebilir miyiz? Diyebiliriz. Ama ikisi de yeterli olmaz. Bence bu “çocuklar” eğlenip eğlendirirken, gayri maddi mirası yaşatırken, geçmişe özlemi yansıtırken, çocukluklarını ararken herkesi bir arada tutabilecek bir “sebep” inşa ettiler.

*
Hollandalı tarihçi Johan Huizinga’nın Homo Ludens (Oyun Oynayan İnsan) adlı kitabı insanı anlamakta önemli bir aşama olarak kabul edilir. Kitabın arka kapak yazısı çok güzil bir özet sunduğu izin buraya alıyorum. “Biz insanların Homo Sapiens nitelemesini hak edecek kadar akıllı olmadığımız anlaşıldı. Birçok hayvanın da alet yapabildiği, dolayısıyla insana Homo Faber demenin de anlamsız olduğu görüldü. Peki biz kimiz? İnsana özgü üçüncü bir özellik olarak Homo Ludens'i, oyun oynayan insanı bu nitelemeler arasına katamaz mıyız? Johan Huizinga, Homo Ludens adlı bu temel eserinde yeryüzünde insana ait her şeyin başlangıcının oyun olduğunu gösteriyor. Önce oyun vardı! Oyun kurgusal olduğu bilinen ve gündelik hayatın dışında yer alan, bununla birlikte oyuncuyu da tamamen içine çeken gönüllü, özgür bir eylemdir. Sınırları özellikle belirlenmiş zaman ve mekan içinde gerçekleşen, her türlü maddi çıkardan ve yarardan uzak bu eylem, verili kurallara göre, belli bir düzen içinde yerine getirilir. Oyuncu ve kimi zaman da seyirci kendinden geçer, coşar. Bu şekilde tanımlanan oyun, tarih boyunca, hayatın her alanında kültürün temel öğesi olarak varlığını sürdürmüştür.”

Bu yazıya ayrılan yerin sınırlarını aşmamak için daha fazla uzatmak istemiyorum ama Ünye’nin Dünkü Çocukları’nın aynı zamanda oyunları ve oyunculuklarıyla nasıl bir bağlama oturduklarını, Homo Ludens’in Ünye’de nasıl varlık bulduğunu anlayabiliyoruz. Nitekim Huizinga’nın şu sözleri Ünye’deki “çocuklar”ın neye karşı koyduklarını da gösteriyor. “Ekonomik güç ve çıkarların dünyanın gidişatını belirleyeceğine utanç verici biçimde inanıyoruz, ibadet eder gibi çalışıyor ve üretiyoruz, yavan ve kuru yarar duygusu, burjuva rahatlığı ideali zihniyetlerimizi etkiliyor. Oyuna toplumlarımızda artık yer yok, hayatın bütünlüğünden dışlanıp sanayiye malzeme olsun diye bir köşeye atıldı.”

*
Bize de bu renkli dünyayı bir sinema eseriyle hem Türkiye’de hem de dünyadaki seyirciyle paylaşmak ve tarihe mal etmek görevi düştü. Ve hüzünlü bir aşk hikayesiyle birlikte. Nitekim aşk da kültürler üstü ve kültürleri aşan yanıyla nasıl bir “sebep”tir, anlayabiliyoruz, değil mi?

AŞKIN DÜNKÜ ÇOCUKLARI FİLMİ İÇİN ÇIKARILMIŞ OCAK 2025 TARİHLİ HAVADİS ADLI GAZETEDE YAYIMLANMIŞTIR.