28 Aralık 2014 Pazar

| Deneyimlemeden deneyimlemek

Loş sinema salonunda çıt çıkmamaktadır. Kahramanımız, uçağın tuvaletine yerleştirilmiş zaman ayarlı bombayı tesirsiz hale getirmek için kırmızı ya da mavi kablolardan birini kesmek zorundadır. Ama hangisini? Kırmızıyı mı maviyi mi? Kan ter içinde zihin kuramı egzersizleri yapmaya ve bombayı yerleştiren teröristin zihnini okuyarak doğru kabloyu tahmin etmeye çalışan kahramanımız, elindeki penseyi kırmızı kabloya doğru yönlendirir. Tam kabloyu kesecektir ki, hayır hayır, doğru kablo mavi olmalıdır. Bu düşünceyle şimdi de pensenin keskin ağzını mavi kabloya geçirir. Alnından boşalan terler burnunun ucundan süzülüp damarları şişmiş ellerinin üzerine saniye sıklığında damlamakta, bütün metanetine rağmen gözlerindeki dehşeti gizleyememektedir. Genç yaşlı, kadın erkek, çoluk çocuk dört yüz küsur yolcunun hayatı pensenin dişleri arasındadır. Sayaç artık son saniyeleri göstermektedir. Kahramanımız kararının vermiştir, doğru kablo mavidir. Hırsla penseyi kapatır, çıt sesinin ardından büyük bir infilak gürültüsüne ve feci bir sona kendini hazırlayan kahramanımızla birlikte salondaki seyirci de derin bir nefes alır. Istırap verici bu gerilim artık son bulmuş, uçak ve yolcular kurtulmuştur.



Eminim bu sahneler hiçbirinize yabancı gelmedi. Hatta Allah göstermesin, gerçek hayatta başınıza böyle bir olay gelse, benzer bir ikilem durumunda kalsanız, elinizde pense, bu sahneleri kare kare hatırlarsınız. Sanki sizin başınızdan geçmiş gibi...

Belki Vietnam’ın vahşi ormanlarına düşseniz elinizdeki palanın ne işe yarayacağını anlamak konusunda da hiç zorluk çekmeyeceksiniz. Hatta, ormanın derinliklerinden üstünüze saldıran bir Vietkong mangası sizi çok korkutsa da pek şaşırmazsınız.

1800’lü yılların Amerika’sında Batı kasabalarından birinde yaşıyor olsanız, hızlı silah çekemeseniz bile, bir düello esnasında nerelere kaçıp gizleneceğinizi herhalde çok iyi bileceksiniz. Bardaki vahşi kovboylar arasında başınıza neler gelebileceğini de.

Daha ötesi, gece evinizde yalnızken pencerenin birden rüzgardan açılıp tül perdenizin uçuşması, üst kattan gelen bir tıkırtı, hatta bazen cırcırböceği cızırtılarına karışan baykuş sesinin yarattığı ürpertileri sinema salonlarında öğrenmiş olabilir misiniz acaba?

Sinema salonları size bunları sadece göstermekle yetinmez, aynı zamanda kahkahalarla güldürür, korkutur, çığlıklar attırır, heyecanlandırır, ağlatır, üzer, gerer, gevşetir, aşık eder, nefret ettirir; yani yaşatır ve hafızanıza derin izlerle yerleştirir.

Aslında sizin gerçek deneyiminiz bir sinema salonunda çığlık atmaktan ibaret görünür, fakat pek de öyle değildir. Gerçek olmasa da çığlık atmanıza neden olan olayı bir şekilde deneyimlemiş ve hafızanıza kaydetmişsinizdir. Buna “fiziken deneyimlemeden deneyimlemek” diyebiliriz.

Alison Landsberg, 2004 yılında yayımladığı Prosthetic Memory adlı kitabında aynı adlı bir kavram ortaya atar; protez hafıza... Buna göre, metalaşmış kitle kültürü hafızayı dönüştürmüş, daha doğrusu ona bir uzantı, bir protez eklemiştir. Böylece insanlar artık yaşamadıkları, deneyimlemedikleri bir geçmişi hatırlayabilmektedirler. Kısacası protez hafıza, insanın kitle kültürü teknolojileri sayesinde elde ettiği deneyimlerinin sonucudur.  Herkes 11 Eylül 2001’deki korkunç olayı hatırlar, ama o günü hatırlamak o olayı bizzat yaşadıkları anlamına gelmez. TV’lerdeki seyahat programları sayesinde birçok insan gidip görmese bile Venedik’te bir gondol safası yaşayabilir, Hawaii adalarında papatya kolyeli yerli kızlar tarafından ağırlanabilir, Manhattan gökdelenleri arasında dolaşabilir.

Wikipedia’ya göre protez, eksik olan vücut uzuvlarını taklit edecek şekilde yapılmış aygıtların genel adıdır. Protezler, yerine uygulandıkları bölgeye göre adlandırılırlar. Çene-yüz protezleri, diş protezleri, kol, el, bacak protezleri, kulak protezleri, saç protezleri, göz protezleri gibi. Çoğu protez organın fonksiyonunu ve görünümünü tam olarak taklit edemez ancak bir dereceye kadar yardımcı olabilir.

Protez bellek kuramının sahibi Landsberg; sinema, tiyatro, görsel sanatlar, pazarlama gibi unsurların protez belleği nasıl ve hangi etkilerle yarattığını inceler adı geçen kitabında. Ona göre, kitle kültürü teknolojilerinin yarattığı alternatif gerçeklikler insanların özgün anı ve deneyimlerine dönüştürülebilmekte, hatta protez hafızayı yaratan bu deneyimlerle gerçek deneyimler birbirine karışabilmektedir.

Kitlesel iletişim teknolojilerinin yarattığı alışveriş alışkanlıkları, yılbaşı eğlenceleri ve doğum günü partileri; Hollywood’un yaydığı korku, şiddet ve savaş temaları, Yeşilçam’ın melodramlarının kimi zaman acıklı, kimi zaman eğlenceli, kimi zaman çaresiz aşkları; TV dizilerinin yarattığı farklı farklı dünyalar protez belleklerimizin zengin içeriğini oluşturmaya devam ediyorlar. Landsberg’e göre insan hafızasının en az %20’sini protez hafıza oluşturuyor. Önümüzdeki yıllarda protez hafızanın oranı %45’lere kadar çıkacak öngörüsünde bulunuluyor.

Christopher Nolan’ın ünlü filmi Inception’ı izleyenler hemen hatırlayacaktır. Filmde rüyalar aracılığı ile insanların beyinlerinde yer alan mevcut anılar siliniyor, yeni anılar yerleştiriliyordu. ABD Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri Ajansı, yani DARPA tarafından bu dediğimiz olayları yapabilecek bir beyin çipi geliştirildiğini duymuştuk geçenlerde. Ama bir protez hafıza yaratmak için, gördüğünüz gibi hiç de bilim-kurgu faaliyetlere ya da beyin çipine gerek yok.

Protez hafızanın önemli bir özelliği de uluslararası ve sınıflar üstü olması, dinden ve ırktan, zamandan ve coğrafyadan bağımsız olarak işlenebilmesidir. Zaman aşırı ve mekan aşırı anıların “doğal” ve “otantik” olmasını elbette bekleyemeyiz, fakat bunların kendi alternatif gerçekliği ile gerçeklikler arasında gidip gelebildiğini, birbirleriyle organik karışımlar yapabildiğini söyleyebiliriz.

Bir sabah kahvaltısında, bir fabrikanın sevimsiz bantlarında üretilmiş bir margarini kızarmış ekmeğinize sürerken hafızanızın bir bölümünde yeşil kırlar, papatyalar, masmavi bir gökyüzü ve ışıl ışıl bir güneş canlanıyorsa, bilin ki bunun kaynağı protez hafızadır. Çünkü o margarin markasının TV kuşaklarında dönen reklamlarının zihninizde yarattığı alternatif gerçeklik, protez hafızanızdaki müstesna yerini çoktan almış ve marka deneyiminin bir parçası olmayı başarmıştır.

Demek ki markalar ve reklamlar gibi marka tezahürlerinin etkilerinden birinin de protez hafıza yaratmak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunu da “deneyimletmeden deneyimler yaşatmak” olarak adlandırabiliriz.

THE BRAND AGE DERGİSİNİN ARALIK 2014 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.