8 Mart 2007 Perşembe

| Beni kritize et!

Mim dalgaları insanı gafil avlıyor. Hiç yazma havasında olmadığınız bir anda “mimlendiğiniz” ve sizin de “mimlemeniz gerektiği”ni bildiren bir haber alıyorsunuz. E, bu bir sorumluluktur tabii, zinciri kırmasanız iyi olur. Bu kez mim rüzgarı, “tekno-siber dünyaya intibak sürecindeki insana matrak bir nazar atan ve siyaseten, tersinden bir etno-seküler dünya görüşünü dillendiren” Nahnu dolaylarından esiyor.


Ve şöyle esiyor: Bloglar arasından üç tanesini mimliyorsunuz ve sizi veya sizin bloğunuzu eleştirmelerini istiyorsunuz. Onlar sizi eleştirirken, kendilerini eleştirmek üzere seçtikleri üç isim de onları eleştiriyor. Böylece mim rüzgarı; dağ bayır, köşe bucak, köy kasaba demeden efil efil yayılıyor.

Nahnu, kendini eleştirmesini istediği isimlerden birini Derin Sular’dan Serdar Kaya olarak belirlemiş, o da kendisini eleştirmelerini istediği üç isimden biri olarak beni seçmiş. Serdar Kaya bir şey daha yapmış, topu, şık bir bilek hareketiyle, kendisinin de yazarları arasında bulunduğu Dolmakalem’e atmış. O taraf “taç” bölgesi mi sayılır bilmem, ama bize ne vazife verilmişse biz onu yaparız. Yani anlayacağınız, Derin Sular yerine on bir yazarın ortak bloğu Dolmakalem’i eleştireceğim şimdi...

Bunun, “eleştiri olsun, torba dolsun” şeklinde olmaması için azami gayreti göstermem gerektiğinin farkındayım.
1.
Öncelikle ortak bir bloğu eleştirmek, o bloğun tek tek yazarlarını eleştirmek anlamına gelmez. Bu yazarların ürettikleri ve havuza attıkları değerlerin oraya nasıl bir şekil verdiğini çözümlemek ve kritiği bunun üzerine yapmak gerekir.
2.
Dolmakalem’in yazar kadrosunu oluşturan arkadaşların tek tek tamamına yakını, zaten kendi bloglarında keyifle okuduğumuz yazılar kaleme alan, blogları ilgiyle izlenen yazarlardır. Burada da güzel yazılar yazıyorlar. Ancak, içtenlikle söylemek gerekir ki, ben Dolmakalem’i, ne Derin Sular’ı ne de Altı Üstü Tasarım’ı okuduğum heyecanla izliyorum. Zaten ziyaretlerim aynı sıklıkta da olmuyor.
3.
Demek ki, en iyi yazarların iyi ürünler ortaya koyarak oluşturdukları bir blog, en azından benim perspektifimden bakıldığında, kendi bireysel çabalarıyla ve tek başlarına oluşturdukları blogların parıltısını yansıtamamaktadır. Bu arkadaşlarımızın, Dolmakalem’de yazdıklarını neden kendi bloglarında değil de burada değerlendirdiklerini anlamak elbette mümkündür. Nitekim Dolmakalem “Her biri kendi uzmanlık alanında farklı yazılar yazan/düşünen bir gurup yazarın, kendi sitelerinde değinemedikleri konuları yazdıkları bir nevi kaçış yuvası…” diyerek bunu izah etmiş. Zaten benimki, ortak bloglar olmasın şeklinde radikal bir önerme değil, bir “ortak blog ruhu” arayışıdır.
4.
Ben de bir ortak blogda yazıyorum. Her ne kadar özgür olduğumu bilsem de, buraya yazarken bir “ortaklık sorumluluğu” hissediyorum ve en azından sağımı solumu kontrol ediyorum. Oysa kendi bloğumda yazarken hiçbir şekilde kasmıyorum. Acaba böyle bir psikoloji, Dolmakalem de dahil olmak üzere ortak blogları bir nebze tuzsuzlaştırıyor olabilir mi?
5.
Türkiye’de veya dünyada çok başarılı olmuş ortak blog girişimleri var mıdır mesela? Varsa, bunların kritik başarı faktörünü analiz etmek yararlı olabilir mi? (Komünite sitelerini herhalde ayrı bir kategori olarak görmek gerekir.)
6.
Bu eleştiriyi belli bir mesafeden yaptığım için bu kadarla yetinmek zorundayım. Zaten bunu da, eleştiriden ziyade yazarıyla ve okuruyla analiz edilmesi gereken bir durum tespiti olarak görüyorum.
7.
Yine de Dolmakalem’in sergilediği düzeyi önemsiyor ve herkesi okumaya davet ediyorum. Belki de sözünü ettiğim durum, okurun katılımıyla dönüştürülebilecek bir şeydir. Bir deneyelim.

Görevimi yerine getirdiğime göre, ben de benim bloğumu acımasızca eleştirecekleri işaret edebilirim artık?

Bülent Akgül, İktisatçı Gözüyle, Jazzetta.

Güncelleme [ 9 MART 2007 ]

İlk eleştiri Sevgili Bülent Akgül’den geldi. Pek acımasızca olmamış, hatta biraz şike kokusu bile alıyorum:) Diğer eleştirmenlere kötü örnek olmaması dileğiyle...

Güncelleme [ 11 MART 2007 ]

Jazzetta’dan “tenkit” yerine ciddi anlamda “tahrik” geldi. Burada yer vermekten hicap edeceğim sitayişlerin altına öyle bir “tahrik gücü yüksek bomba” yerleştirilmiş ki! Bu bombanın “Madem bir yunussun, neden çıktın reklam ağacına?” sorusunun cevabını erken doğuma ya da düşüğe zorlamaması için, kırmızı kabloyu mu yoksa mavi kabloyu mu keseceğimi kan ter içinde düşünedurmaktansa oradan şimdilik tüymenin daha akllıca olacağına karar verdim. Ama şimdilik! Baudrillard’ın, belki ölümüyle birlikte bizi daha da fazla silkeleyecek ayartma (seduction) kuramının, Berger’in “çekicilik” eleştirisininin ve daha pek çok namuslu adamın ithamlarının kulağımızın dibinde infilak eden, bizi yara bere içinde bırakan bombalarının yarattığı sağırlık geçsin bir hele! (Geçer mi ki?)

Eski marksistler ikiye ayrılır: Reklamcı olanlar, olmayanlar.

Reklamcı olan eski marksistler ikiye ayrılır: Ruhunu Mephisto’ya satan Faust’lar, entelektüel kişiliği şizofrenik yarılmaya uğramaya mahkum “barizevkal”cılar. Ki bu sonuncular şöyle tesbih çekerler, brain storming’lerden, presentation’lardan fırsat buldukça:

was soll uns denn das ew’ge schaffen!
geschaffenes zu nichts hinwegzuraffen!

Yani;

neden ki bu amaçsız yaratılış,
madem yok olacaktı bir gün her yaratılmış!

Yok yok, tahrik olmayacağım. Biraz daha müsaade!

Güncelleme [ 13 MART 2007 ]

Son eleştiri İktisatçı Gözüyle... “Kritisize!” başlıklı kritik yazısında, Tansel’in de Metin gibi, beni, içinde bulunduğum sektörle ilgili kökten analiz ve eleştirilere, daha doğrusu “savunma”ya yöneltme amaçlı “tahrik”i görülüyor. Biri sağımda, biri solumda, kelimin üstünde de yüz mumluk ampül, “Niye ordasın?” sorusunun tatmin edici cevabı bekleniyor. Tahrik olmayacağımı söylediysem de, doğrusu bu beni tahrik etmiyor değil. Ama cevabı bir süre için ertelemek istiyorum. Hazır değilim çünkü... Biriktiriyorum.

Eleştirilere cevap mahiyetinde olmasa da Tansel’e şimdilik şu kadarını söyleyebilirim ki, mesleği putlaştırmama ve ona dışarıdan bakabilme özgürlüğümü yitirmemek için gerekli önlemleri her zaman korumaya çalışıyorum. Ama içinde bulunduğum sektörle ilgili olarak “kapitalizmin öncü gücü” gibi kaba ve pek de kritik-analitik bir değer taşımayan söylemlerin kolaycı bir yöntem olduğunu düşünüyorum. (Bu ifadenin Tansel’in eleştirileriyle bir ilgisi olmadığını söyleyeyim ki, ben de kolaycı bir yönteme başvurmuş gibi görünmeyeyim.)

Teşekkür ederim Tansel.

Açıklama [ 13 MART 2007 ]

Bir vesileden bir yarar üretmeye çalıştım; hem olumlu hem de olumsuz eleştirilerden üstüme düşeni aldım. Tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum.

Her üç arkadaşımı da bilinçli olarak seçmiştim.

Burayı takip eden birçok pazarlamacının bloğumla ilgili görüşlerini bir şekilde duyuyorum, biliyorum. Bülent ise beni yeni izlemeye başladığını sandığım mektepli bir pazarlamacı... Yazılarını okuyor ve beğeniyorum. Eski dostlar yerine yeni bir göz tarafından yapılacak eleştiriyi önemsedim ve özellikle kendisini seçtim. Sağolsun kırmadı, görüşlerini dile getirdi.

Metin, reklam yazarı... Yani sektörün orta kuşak pratisyenlerinden aynı zamanda... Her ne kadar mesleki konularda yazmasa da bloğu Jazzetta’nın tiryakilerinden sayılırım. Kendisine de söylüyorum; biz düşüncelerimizi yazıyla aktarma becerisine sahibiz belki, ama o doğuştan bir yazar... Evet, bir de içeriden eleştiri olsun demiştim, fakat tam bir “Sen de mi Brütüs?” hançeri yedim göğsüme:)

Tansel ise genç bir iktisatçı... Kendisini bir yılı aşkın bir süredir beğeniyle izlerim; keşke daha sık yazsa... Biz, yaş ilerledikçe onun “durduğu” yerden -hadi hava almak için diyelim- biraz açıldık belki! “Oradan” gelecek eleştirileri önemli gördüm. Gelen eleştiriler de sürpriz olmadı. Daha kanırtıcı şeyler beklemiyor değildim, ama belli ki (tezler falan) yoğun bir dönemine denk geldi, yırttık:)

Bir “mim”lenme öyküsü de böylece sona erdi.