18 Kasım 2006 Cumartesi

| Laz müteahhitlerin yarattığı mimari vahametle internetteki görsel kirlenme arasında hiçbir nitel fark yoktur!

Mehmet Doğan’ın ilginç Karnaval uygulamasının ardından “Bir dergi ve bir karnaval: Grafik tasarım kimin umurunda?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Doğan, bu yazıya yorum yapmak yerine yeni bir yazıyla cevap vermeyi tercih etti. E, ben de öyle yapayım öyleyse! [FOTOĞRAFLAR: ELLEN VAN DEELEN]


Konu; kötü tasarım... Mehmet, sözünü ettiğimiz Karnaval uygulamasına sunarken diyordu ki, “Karnavalın, seksi, çirkin ve kötü tasarlanması, pazarlama karnavalının popülerliği için gerekli şartlar.” Yani geniş kitlelere ulaşmak istiyorsan onların karşısına kötü bir tasarımla çıkmalısın, yoksa başarılı olamazsın.

Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi tam “al sana bir kaya” kabilinden bir tartışma alanı burası... Çünkü konunun o kadar çok bileşeni var ki, ne taraftan başlayacağımı bile şaşırdığımı itiraf edeyim.

Peki, şuradan başlayalım: Her şeyden önce Mahir ve Borat‘ın sitelerini, “iyi” veya “kötü”, bir tasarım olarak görmek mümkün mü? Tasarımın öncelikle, bilinçli bir etkinliğin gerçekleştirilmesi için gerekli olan planlı, stratejik, zihinsel bir yaratım süreci olduğunu kabul edersek, bence hayır. Yani, galiba hem Borat’ın hem de Mahir’in zihninde planlı bir “kötü tasarım” konsepti olmadan ortaya çıkmış sonuçlardır bu siteler... Ama Mehmet’in yaptığı gerçekten “kötü tasarım”dır. Çünkü en baştan “kötü” olması için tasarlanmıştır.

Tabii Mehmet Hoca, biraz da uzmanlığının gerektirdiği ilgiyle tasarımı zaman zaman daha jenerik bir yaklaşımla irdeliyor. Ben ise, en azından bu tartışmada “grafik tasarım”a odaklanmaya çalışıyor, buna da “görsel iletişim tasarımı” demeyi uygun buluyorum.

Mehmet’in son yazısının “Mahir ve Borat’ı tebrik ederim.” şeklindeki başlığı dışında bir ihtilaf da yok gibi görünüyor aramızda... Mahir ve Borat’ın tebrik edilebilecek birçok yönü olabilir de, yazı tasarımla ilgili olduğu için katılamıyorum buna... Çünkü yukarıda da dediğim gibi burada herhangi bir tasarım amacı güdülmüş değildir. Bu nedenle de ortada bu anlamda tebrik edilecek bir durum yoktur. Analiz etmeliyiz, ama tebrik edip onaylamak birçok yönden zararlıdır ve bu çirkinliklerin biraz daha fazla yaygınlaşmasına ve yaşamasına hizmet eder.

İnsanlık tarihinde iş bölümünün başlamasıyla birlikte “uzmanlaşma” süreci de başlamıştır. Hayatımızı hem kolaylaştırmak hem de güzelleştirmek için bazı ihtiyaçlarımızı uzmanlar marifetiyle karşılarız. Mesela kendi evimizi kendimiz inşa etmez, öncelikle bir mimari tasarım hizmeti alarak başlarız işe... Evimiz, içine oturabilecek hale gelinceye kadar birçok başka uzman da girer devreye. Bazı işlerimizde ise, eğer çok özel amaçlarımız yoksa uzmana ihtiyaç duymayız. Diğer insanlarla iletişim kurmamızda en önemli araçlardan biri olan dil konusundaki yetkinliğimizi öncelikle annemizden, sonra da çevremizden ediniriz. Mesela, bir Anadolu köyünde bir genç kız, çeyiz koleksiyonu için üreteceği birçok dantel işini geleneksel tevarüs yoluyla öğrenmiştir ve işini profesyonel bir yardım almadan gerçekleştirir. Yarattığı eser ise, kendi sınırları içinde değerlendirildiğinde, eleştirilemeyecek ölçüde “güzel”dir. Bir müzik eseri kritize edilir, ama bir türkü bildiğiniz gibi bundan muaf tutulabilir; kritize edilmekten çok, analiz edilir. Gündelik eşyalardan mimariye, bahçecilikten kılık kıyafete, süsleme sanatların takılara kadar birçok tezahürü bu gözle değerlendirebilirsiniz.


Zurnanın malum sesi çıkardığı yer işte tam burasıdır. Bu halk sanatı örnekleri yüzyıllar boyunca öyle bir süzgeçten geçerler ki, bu süzgeç sayesinde kendilerini eleştirilerden koruyacak mukavemeti kazanırlar. Tamam, bu sanatlarda formlar ve kalıplar , ‘template’ler gibi fazlaca statiktir ve bireysel katkılara az izin verir, kabul. Ani sıçramalar ve devrimler yaşanmaz, ama bu durum aynı zamanda bir güvence oluşturur.

Bu süzgeç nedir? İnsanın kendisinde ‘a priori’ olarak var olan, Mehmet’in de zaman zaman değindiği sağlam bir sistemdir bu. Altı aylık bir bebekten yetmiş yaşındaki dedeye, okumuşundan cahiline, zengininden fakirine kadar her yaş ve katmandaki insanı etkileyebilen bir havai fişek gösterisine verilen ortak tepkiyi sağlayan insandaki en ilkel şey neyse, odur süzgeç. Bir kusuru vardır, çok ağır çalışır.

Uzmanların zihinsel beslenme yöntemleri, bir yeteneğe sahip olma özellikleri, birikim ve deneyim kazanma teknikleri ayrı bir konudur. Şimdilik bize gereken, daha önce bir uzmanlık işi olan etkinliklerin, araçlara sahip olma imkanlarının genişlemesi sonucu kitleselleşmesiyle başına gelen felaketi analiz etmekten ibarettir.

Prof. Dr. Hasip Pektaş’a kulak verelim: “Tarih boyunca insanlar duygularını ifade etmek, fikirlerini ve sorunlarını paylaşmak için farklı iletişim biçimleri kullanmışlardır. Bunlardan belki de en önemlisi ve etkilisi görsel dildir. Son yıllarda görsel dilin yoğun olarak yer aldığı alanlardan biri ise internet ortamıdır. İnternet, içerik ve özellikleriyle özgür bir iletişim ortamıdır. Kullanımı kolaydır, ekonomiktir, yer, alan ve zaman olarak oldukça esnektir. Diğer iletişim kanallarına göre hedeflenen kitleye ulaşmada daha başarılıdır. Her istenilen konu istenildiği biçimde sunulabilir, paylaşılabilir. Yazı, görüntü ve ses gibi verilerin bilgisayar kullanıcılarına ulaşmasını saglayan bu global ağın cazibesine kapılan pek çok kişi web sayfası yapmakta, farkında olmadan bazı görsel kirlenmelere de neden olmaktadır. Eğer amaç ilgi çekici, bilgi verici ve görsel yönden etkili sayfalar yaratmaksa, belirli bir tasarım birikimine sahip olmak gerekmektedir. Amatör olarak web sayfası yapmak isteyenlerin önünde şüphesiz herhangi bir engel yoktur. Fakat görsel kirlenmeyi en aza indirmek için bazı ilkeleri ve önerileri dikkate almalarında yarar vardır.”

Görsel kirlenme yargısına olduğu gibi katılıyorum; Borat ve Mahir’i de bu kirlenmenin aktörlerinden sadece ikisi olarak görüyorum. Tabii web sitesi yapmak isteyenlerin belirli tasarım ilkelerini öğrenmelerini istemek de güzel bir temennidir, ama çok kolay değildir. Blogların yaygınlaşmasıyla bu daha da zorlaşmıştır. Burada uzmanların tasarladığı ‘template’lerin, durumu önemli ölçüde kurtardığını söyleyebiliriz.

Evinin bahçesini iyi tasarlayamayan birini, bir peyzaj mimarıyla çalışmaya nasıl zorlayabiliriz ki? Fakat, “Enfes bir bahçe yapmışsın, çok doğal duruyor.” diye de övmeyelim. “Bahçe düzenlemen çok başarılı olmuş, tam da kişiliğini yansıtıyor.” demek ise düpedüz hakaret olur.

Grafik tasarım disiplini, 1980’lerden sonra masaüstü yayıncılık araçlarının gelişmesiyle birlikte yaşanan kitleselleşmenin sonucu olarak ilk darbeyi yemişti. Bir süre sonra bunun bir uzmanlık işi olduğu, araçlara sahip olmanın yetkinlik için yeterli olmadığı tam anlaşılmak üzereyken, gündemimize internet düşüverdi. Bilgisayar temelli oldukları için neredeyse eşzamanlı olarak art arda yaşanan her iki gelişmenin de grafik tasarımın kapsamı içinde olmadığını söyleyemeyiz. Hemen burada uzmanların ve ustaların çok kötü bir huylarından söz etmenin zamanı geldi; bu gelişmelere kayıtsız kaldıkları gibi bir de önyargılı ve olumsuz baktıkları için meydanı daha çok “cahil cesareti” olanlara bırakıverdiler. Böylece kendi birikimlerini tevarüs ettirmede biraz geç kaldılar. Tabii her şeye rağmen bu, sektörler içinde yaşanan kapalı devre bir gelişmeydi. Şimdiki farklı...


Şimdi, internetin özellikle bloglar vasıtasıyla kitleselleşmesi, daha doğru bir ifadeyle belli imkanları olan “birey”lerin kolayca sahip olabileceği bir araca dönüşmesi bambaşka bir durumdur. Bu gelişmeye hiçbir şey adına hiç kimse itiraz edemez, etse de bir anlam taşımaz. Yine hiç kimse bu kadar insanın grafik tasarım uzmanı olmasını bekleyemeyeceği gibi, onların bir uzmandan yardım almasını da isteyemez. İşte size bir kaya daha!

Daha önceki yazımda da belirtmiştim, tüm acemilikler ve kirlilikler henüz doğallaşmamış bir aracın primitif örneklerini oluşturuyorlar. Bu alandaki uzman desteği belki ‘template’lerden öteye de taşınabilir, ama daha fazlasını “süzgeç”ten bekleyeceğiz. Bu durum, ele geçen ve henüz içselleştiremediğimiz imkanların bolluğundan kaynaklı bir “kasap ve yağ” ilişkisi kapsamında değerlendirilebilecek afallamalardan ibarettir. Ortaya çıkan ürünler ise rezalettir, bunları doğallık falan gibi gerekçeler adına onaylamak, zaten çok ağır çalışan süzgecin daha da ağırlaşmasına neden olur Mehmet Hocam! Sen Karadeniz sahilini iyi bilirsin; durum, Laz müteahhitlerin betonarmeyi ele geçirmeleriyle birlikte oluşturdukları vahametten farklı değildir.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli farklardan biri “güzelleştirme” iradesine sahip olmasıdır. Yine onu bir kelebekten ayıran, aynı zamanda elinde infilak gücü yüksek “çirkinleştirme” bombaları bulundurmasıdır. Eğer niyetimiz kalıcı değerler yaratmaksa tutunacağımız dal “güzellik”tir. “Çirkinlik” de geçici parlamalar sağlayabilir, hatta bunu daha da gürültülü bir şekilde yapabilir, ama bir gün süzgece takılacağı için elimizde patlaması kaçınılmazdır.

Sanırım bu yazıyla bir çerçeve çizmiş oldum. Tasarımla ilgili diğer mevzuları fırsat buldukça ayrı yazı konuları yaparız.