Adını vermek doğru olmaz, birkaç ay önce bir mobilya firması ziyaretimize gelmişti. Çok kötü bir huyum vardır, önüme konan işle ilgili ilk izlenimlerimi hemen söyleyiveririm. Emin olduğum doğrular konusunda eveleyip gevelemeyi hiç sevmem. Adam kanser, sen gripten bahsediyorsun, yakışık alır mı? Kaba bir adam olduğumu kabul etmem, ama bu davranışım zaman zaman karşı tarafta kabalık olarak bile algılanıyor olabilir. Bu firma, ilk elde yaptığım analizleri sanırım kabalık olarak görmemiştir, ama herhalde içinden “Deli mi bu adam, ne?” diye geçirmiştir. Deli olmadığımı beş altı yıl kadar sonra anlayacaklardır.
“Eğer bir müşteriyi baştan kaybetmek istiyorsan logosunu eleştir.” Ya da bu anlamda bir sözdü galiba... David Ogilvy’nin bu nasihatini meslek hayatım boyunca hiç tutmadım. Tutmaya da niyetim yok.
Bir logodan ne olacak demeyin. Bu arıza, her şeyin, ama her şeyin ruhuna siner. Ya da logo, zaten baştan bu arızalı bakışın bir yansımasıdır. Nereden bakarsan bak, gelecekle ilgili hiçbir ümit ışığı göremiyorsun ki!
Bizim mobilya sektöründe ilginç bir biçimde sarı-lacivert hayranlığı var. Taa Orta ve Kuzey Avrupa’dan esen rüzgarlar Kayseri’ye kadar uzanmış, oradan da tüm Anadolu topraklarına yayılıvermiştir. Bu, “Büyüğün peşinden git, elini eteğini öp!” veya “Müşteri bunu tutmuş abi!” ruh halinin bir yansıması aynı zamanda...
Zaman zaman “mor inek”le ilgili bir espri yapıyorum; herkes “mor inek” olmaya kalkınca senin kara dana olarak kalman farklılaşma kuramının ruhuna daha uygundur.
Geçenlerde televizyonda yeni bir mobilya markası reklam izledim: Beyza Mobilya... Ne göreyim? Markanın logosu sarı-lacivert değil. Bu cesur davranışı gerçekten tebrik etmek gerekiyor.
Marka ismine, logoya takmıyorum bile! Bu kadarcık bir özgünlük insanın hoşuna gider mi? Gidiyor işte!