3 Mart 2020 Salı

| Biz hikayeleri sever, hikayelerden nefret eder, hikayelere saygı duyar, hatta hikayelerle sevişiriz

Bir kaza haberi: “Nijerya’da faaliyet gösteren Dana Havayolları’na ait bir yolcu uçağı, ülkenin en kalabalık şehri Lagos’ta bir gecekondu mahallesi üzerinde iken düştü. İki katlı bir binaya çakılan uçak anında alev aldı. Başkent Abuja’dan Lagos’a giden uçakta bulunan 153 kişi kazada feci şekilde can verdi. Yetkililer binada bulunanlardan da hayatını kaybedenlerin olabileceğini ve ölü sayısının artabileceğini kaydetti.”


Bir ajans haberi olarak televizyonların, gazetelerin, radyoların ve internet sitelerinin ilgili servislerine düşen bu haber, bir anda dünyada milyonlarca kişinin gündemine girer. Uçak kazaları seyrek olduğu için genelde ilgi çekicidir, hemen ayrıntılarına kulak kabartılır. Kaç kişi ölmüş? Kazada ölen 153 kişi, aslında çoğu insan için istatistiki bir rakamdan ibarettir. Bu nedenle, ilgili haber çok kısa bir süre içinde hafızaların derinliklerinde kaybolur gider. Oysa o 153 kişinin yakınları, hatta uzaktan bile olsa tanıyanları, hikayelerini bilenleri arasında başka bir anlam ifade eder bu felaket haberi. Evet, tek tek onlar için de 152, uçak kazasında ölüm istatistiklerine giren bir rakamdır sadece, fakat tanıdıkları o 153’üncü kişi başka...

Elbette vicdan sahibi her insan başka insanların ölümüne üzülür. Ancak, tanıdık kişinin ölümü, onunla ilgili hikayelerin ve kavramlar dünyasının bağlandığı fiziksel varlığın yok olmasıdır. Bu bakımdan da ölüm istatistikleriyle mukayese bile edilemeyecek bambaşka bir boyuttur.

Hatırlayacaksınız, felaket filmlerinin giriş bölümleri, felakete uğrayacak insanların seyirciye tanıtılmasına ayrılmıştır. Eğer düşme riski olan ve zorunlu iniş yapacak bir uçaktaysak, öncelikle yolcular arasında geziniriz. İlişkilerinde sorunlar yaşayan genç bir çift, kızının yanına giden aksi bir ihtiyar, kısa bir tatili değerlendirmeye çalışan aile ve sevimli çocukları, yaşlı bir çift, sevecen hostesler, pilotlar... Film, karakterler yaratarak her bir bireyin fiziksel varlığını bir hale gibi saran hikayeler ve kavramlar inşa eder ve onları, ölmeleri durumunda istatistiki bir rakam olmaktan kurtarmaya girişir. Onların ölmeleri artık bizim için gerçek bir kayıp olacaktır; ölürlerse çok üzülecek, yaşarlarsa çok sevinecek bir zihinsel yapılanma sürecinden geçmişizdir artık.

Biz filmin içine girdikçe de insanlar güzelleşir. Nesnel gerçeklikleri açısından öncesiyle sonrası arasında hiçbir fark bulunmayan, biz tanımadan da aynı olan insanlar, biz tanıdıktan sonra zihnimizdeki gerçeklikleri bakımından bizim için önemli bir değişime uğramışlardır artık, istatistiki bir rakamdan ibaret olmaktan kurtulmuşlardır.

Toplumsal ilişkilerimizi belirleyen etmen de, çevremizdeki insanların biyolojik mevcudiyetleri değil, kavramsal varlıklarıdır. Biyolojik varlıklar, hikayelerin ve kavramların taşıyıcısı konumundadırlar. Biz hikayeleri sever, hikayelerden nefret eder, hikayelere saygı duyar, hatta hikayelerle sevişiriz.